İslam Aile Hukuku ve Şer-i yetkiler

Aydın Bostancı

Batı Trakya’da uygulanan İslam Aile Hukuku son yıllarda azınlığımız ile ilgili düzenlenen birçok panel ve konferansın tartışmalı konuları arasında yerini korumaya devam ediyor.

Özellikle 2000’li yılların başlarından itibaren gerek miras, gerekse de çocukların velayeti ve erken yaşta evlilik gibi konularda müftülüklerce verilen bazı kararların medeni hukuk mahkemelerine taşınması sonucu, müftülerin uhdelerinde bulunan şer-i yetkileri ciddi anlamda sorgulanmaya başladı.

Bu tartışmalar Batı Trakya’daki müftülüklerce uygulanan İslam Aile Hukukunun kaldırılıp kaldırılmaması konusu da ulusal hatta uluslararası alana taşıdı. Birçok defa AB ve ABD’nin insan hakları raporlarında bu konu yerini aldı ve Yunanistan’a bu anlamda ciddi eleştiriler yöneltildi.

Dergimizin okurları hatırlayacaktır, geçmişte de bu konuya birçok kez değinmiştik, hatta Selanikli yazarımız hukukçu Yorgos Dudos, belki de şimdiye kadar onlarca makalesiyle bu konuda görüş ve çözüm önerilerini dile getirmişti.

Öncelikle bölgemizde uygulanan İslam Aile Hukuku konusunda birbirine taban tabana zıt iki görüşün dile getirildiğini hatırlatmakta fayda var. İlki, Ahval-i Şahsiyye’nin yani İslam Aile Hukukunun olduğu gibi korunmasından yana, bir diğeri ise tamamen kaldırılmasından yana. İkinci görüşü benimseyenlerin azınlık toplumu içerisinde sayıları az olmakla birlikte görüşlerinin bu olduğunu belirmek lazım. Hâlbuki İslam Aile Hukukunun kaldırılıp kaldırılmaması tartışmasından önce bu uygulamanın azınlık için bir imtiyaz olup olmadığına bakmak gerekiyor.

Batı Trakya’daki azınlık bireyleri için Şer-i Hukuk ve Medeni Hukuk uygulaması bir tercih meselesi olarak bırakılmıştır. Her bir birey kendi tercih ve seçimi doğrultusunda Şer-i veya Medeni Hukuk uygulamalarına göre işlem yapabilmektedir. Azınlık bireyleri için hukuki anlamda bir zorunluluk veya bir mecburiyet söz konusu değildir.

Tercih edilen hukuk sistemi doğrultusunda hukuki işlemler yürütülebilmektedir.

Dolayısıyla bölgemizde uygulanan İslam Aile Hukukunun azınlık bireyleri için tanınan bir imtiyaz ve bir demokratik tercih meselesi olduğunun altını çizmemiz gerekiyor.

İslam Aile Hukukunda yapılması gereken iyileştirmelerin neler olup olmadığı tartışmasından önce, azınlık için özel olarak tanınan bu imtiyazın kaldırılması durumunda azınlık bireylerine yönelik var olan bir demokratik tercih ve ayrıcalığın ortadan kalktığını söyleyebiliriz.

Bununla birlikte azınlık için tanınan bu ayrıcalıklı hukukun kaldırılıp kaldırılmamasını talep etmek ancak azınlık bireylerinin hakkı olduğu gibi bunun kararını da ancak azınlığın kendisi verebilmelidir. Çoğunluk bireylerinin azınlık toplumuna tanınan bir imtiyazın kaldırılmasını talep etme gibi bir hakları veya yetkileri bulunmamalıdır.

Görüş ve düşüncelerini özgürce ifade edebilir ancak karar verme noktasında çoğunluk bireyleri azınlığa tanınan bir imtiyaz konusunda yetki ve söz sahibi değildir. İslam Aile Hukukunun kaldırılıp kaldırılmamasının kararını ancak azınlığın kendisi verebilir.

Öncelikle azınlık hakları açısından bunun iyi anlaşılması ve vurgulanması gerekiyor. Son yıllarda bu konuda yapılan hukuki tartışmalarda özellikle bazı çoğunluk kesimine mensup hukukçuların Batı Trakya’daki azınlık toplumuna tanınan bu imtiyazın ısrarla kaldırılmasını talep etmeleri anlaşılır bir durum değildir. Bu en basit bir örnekle 19. yüzyılın sonlarında Büyük Britanya’daki lordların kamaralarında oturup Hindistan halkları için nelerin iyi olup nelerin iyi olamayacağına karar vermeleri gibi bir durumdur.

Allah’a çok şükür azınlığın yetişkin binlerce yüksek tahsilli insanı ve kuruluşu mevcuttur.

Ülkemizin çeşitli üniversitelerinde öğretim görevlisi olan değerli hukuk profesörlerinin, azınlığa tanınan bu ayrıcalığın kaldırılması gerektiğini söylerken hatta bu yönde kamuoyunu yönlendirme faaliyetlerinde bulunurken bu hususlara dikkat buyurmalarını rica ediyoruz.

Bu çoğunluk kesiminin dikkati alması gereken bir eleştirimizdi. Gelelim azınlık toplumuna.

Azınlık toplumu içerisinde çok küçük bir kesim bu uygulamanın kaldırılmasını istiyor, toplumun büyük bir çoğunluğu ise bu hukukun olduğu gibi korunması gerektiği görüşünde. Daha doğrusu bu imtiyazı problem olarak telakki etmiyor aksine hukuki tercihini bu yönde kullanıyor.

Hâlbuki azınlığa tanınan bu hukuki imtiyaz ne tamamen kaldırılmalı, ne de olduğu gibi bırakılmalıdır.

Azınlık bireylerine yönelik uygulanan İslam Aile Hukuku’nun düzenlemeleri bir an önce yenilenmeli ve günümüz koşullarına uygun hale getirilmelidir. İslam hukuku açısından da bu mümkündür. Nitekim birçok İslam ülkesinde şer-i hukuk konularında bu gibi kanuni düzenlemelere gidilmiştir.

Örneğin Cezayir ve Tunus gibi İslam ülkelerinde müftülerin çıkardıkları fetva kararlarıyla erken yaşta evlilikler ve çok eşli evlilikler yasaklanarak bu yönde hukuki düzenlemelere gidilmiş ve bu kararlar alınırken ülkenin ve toplumun içinde bulunduğu koşullar göz önünde bulundurulmuştur.

İslam hukuku içerisinde yer alan “içtihat” kavramı, bu gibi hukuki düzenlemelerin yeniden şekillendirilmesine olanak tanımakta ve gerekli değişiklikler yine İslam hukuku çerçevesinde gerçekleşebilmektedir. Günümüzdeki birçok İslam ülkesinin şer-i hukukla ilgili düzenlemelerde yeniliklere gitmemesi, asırlar önce yaşamış geleneksel Fıkıh İmamlarının o günün koşullarına göre verdikleri fetva ve kararlara ısrarla günümüzde de bağlı kalmak istemelerinden kaynaklıyor.

Hatta bu ısrarı gerekçelendirmek adına “içtihat kapısının” yani şer-i kanunlara yeni yorumlar getirmenin miladi 1058-1111 yılları arasında yaşamış büyük İslam düşünürü ve alimi İmam-ı Gazali ile son bulduğunu öne sürmektedirler.

Hâlbuki asırlar boyunca günün koşulları ve ihtiyaçları gereği İslam hukukunun birçok düzenlemesi ile ilgili yeniliklere gidilmiş ve günün koşullarına ve ihtiyaçlarına cevap veren düzenlemelere gidilebilmiştir.

Aynı zamanda bir AB üyesi olan ülkemizde azınlığımıza tanınan bu ayrıcalıklı hukukun tamamen kaldırılmaması adına birçok maddesi yeniden düzenlenebilir ve böylece şer-i yetkiler bir hukuki sorun olmaktan çıkabilir.

Zaten azınlık toplumu pratikte kendi tercihiyle bu düzenlemelere göre hareket etmektedir. Örneğin çok eşlilik maddesi asla uygulanmamakta, miras işlemlerinin çoğunluğu medeni hukuka göre gerçekleştirilmekte, erken yaşta evlilikler konusunda ise gerek aileler gerekse de müftülüklerce önlemler alınmaktadır.

Fakat tüm bu uygulamaların hukuki bir zemine oturtulması ve nelerin uygulanıp ne gibi hususların uygulanmadığı kanunlaştırılarak belirtilmelidir.

Ayrıca bu düzenlemeler gerçekleştirilirken günümüzün ihtiyaçlarına cevap veren yorumlar da getirilmeli, böylelikle bölgemizde bir imtiyaz olarak azınlığımıza tanınan İslam Aile Hukuku, günümüz normlarına uygun bir şekilde yürürlülüğünü bir azınlık hakkı ve ayrıcalığı olarak korumalı ve devam ettirmelidir.

Aydın Bostancı, Azınlıkça Dergisi

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ