Mülteci Antlaşması Ardından

Dr. Ioannis N. Grigoriadis

Türkiye ve Avrupa Birliği arasında imzalanan mülteci krizi antlaşması tepki yağmuruna maruz kaldı. Kimileri, Avrupa Birliği’ni kendi değerlerine sahip çıkamadığı için itham ettiler. Kimileri, mülteci krizini Avrupa Birliği ile ilişkilerinde koz olarak kullanmaya çalışan Türkiye’ye yüklendiler.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, AB ve Türkiye arasında varılan anlaşmaya karşı, artık belirli yerlerde faaliyetlerini durduracağını ilan etti.

Böyle tepki ve yorumlar, eğer antlaşmanın detaylarına bakılırsa, anlaşılabilir. Ama anlaşmayı daha makul yorumlayabilmek için beklentileri, Avrupa Birliği kurumları ve üye ülke kamuoylarında meydana gelen görüş ayrılığı ve kutuplaşmaları ile karşılaştırmak lazım.

Son haftalarda mülteci krizi sorununda üye ülkeler arasında meydana gelen faylar, Avrupa Birliği’nin iç istikrarını tehlikeye attı. Hâlbuki Avrupa Birliği üye ülkeleri arasında anlaşmazlık o kadar büyük ve Türkiye’de siyasi ortam ve Avrupa Birliği ile ilişkiler kötü iken, bir antlaşmaya varılmak, başarısızlık veya kötü bir sonuç olarak algılanamaz. Hattâ mülteciler dâhil herkes için kötü bir anlaşmaya varmak, anlaşmamaktan kötü olmazdı. Antlaşmanın ana hedefi, yüzlerce can kaybına yol açan Türkiye’den Yunanistan’a göç akımını durdurmak ve Türkiye’den direkt -başta Almanya olmak üzere- Batı Avrupa ülkelerine mülteci göndermektir. Ancak antlaşmanın faydası uygulamada belli olacaktır. Çıkacak bürokratik pürüzleri aşabilmek için, her iki tarafın iyi niyeti olması şarttır. Antlaşmaya göre Türkiye’den Batı Avrupa ülkelerine açılan yol eğer gerçekten açılırsa, bu gelişme Yunanistan’ı fiilen mülteci ve göçmen toplama kampına dönüşmesinden kurtaracaktır. Oysa herkesin sığınma hakkı için başvuru değerlendirmesi Yunanistan’da yapılacağından dolayı, ciddi bir mahkeme altyapı güncellenmesine ihtiyaç vardır. Çünkü “hukukun üstünlüğü”nün mülteci krizi esnasında Avrupa Birliği tarafından benimsenmesi, hayatî önemi olan bir konudur.

Bunlar tartışılırken, Avrupa Birliği, göçmen akımına karşı tedbir almak zorunda. Suriye, Irak veya Libya’daki şiddetten kaçmak isteyenler ve Ortadoğu’nun her ülkesinden kaçan Batı Avrupa’da daha iyi bir hayat peşinde olanlar arasında çok belli bir çizgi çizmek istemektedir. Mülteci krizi, Ortadoğu ülkelerinin bütün vatandaşlarının göç hakkının tanınması anlamına gelmiyor. Mülteci hukukunu çiğnemeden ve “hukuk üstünlüğü”nden vazgeçmeden, bu mesajı iletebilmek, belki Avrupa Birliği’nin en çetrefil sorunu. Ciddi siyasi baskılara maruz kalan ve son yerel seçimlerde önemli kayıplar veren Almanya hükümeti, krizi kontrol altına aldığını kanıtlamak istiyor. Buna tüm Avrupa Birliği üye ülkelerinin işbirliği kaçınılmazdır. Ağırlıklı olarak, Almanya’ya ulaşmak isteyen mültecilerin tamamına, Yunanistan’da yer alacak davalar sonucu sığınma hakkı tanınıp tanınmayacağına ve hangi ülkelerde yaşayacaklarına dair kesin bir bilgi yok. Ancak onlardan bir kısmının Almanya dışında Avrupa Birliği’nin diğer ülkelerine yerleşeceği şimdiden bellidir. Böylece, gelişmelerden dolayı daha fazla baskıya maruz kalan ülkeler nefes alacaktır. Gelgelelim, mülteci krizinin yönetilmesi, Suriye savaş cephesinde de yer alan gelişmelere de bağlı. Özellikle Rusya’nın Suriye’den ordu birliklerini çektiğine dair bilgiler, bir fırsat olarak yorumlanabilir.

Bu hamle, hem Esad’a Rus desteğinin şartsız ve sınırsız olmadığını öne sürüp, hem de Rusya ve Batı arasında bir uzlaşmanın hâlâ mümkün olduğunu ima ediyor. Böyle uzlaşma olmaksızın, Suriye savaşında, kapsayıcı ve kalıcı ateşkes sağlanmadığı sürece, mülteci akınının devam edeceğine dair hiç kuşku olmamalıdır.

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
YAZARIN SON YAZILARI
Mülteci Antlaşması Ardından - 1 Nisan 2016 23:27
Avrupa Birliği’nde Faylar - 3 Mart 2016 03:40
Ege’de İnsan Faciası - 2 Şubat 2016 20:55
2016 Kıbrıs Yılı mı Olacak - 20 Ocak 2016 12:13
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ