Geriye Dönüş mü?
Batı Trakya Türk Azınlığı’nın hak mücadelesi anlamında çok ilginç bir döneme girdik. Son bir – iki yıldır Batı Trakya Müslüman Türk Toplumu aleyhine bir duruşun, uygulamanın, politikanın olup olmadığı konusunda ciddi şüpheler vardı. Azınlık, “acaba bize karşı tutumda ve politikada bir değişiklik mi var?” sorusu azınlığın meşgul ediyordu.
Son dönemde yaşanan bazı gelişmeler bu soruyu, soru olmaktan çıkarıp, kanı haline getirdi. Batı Trakya Tükleri aleyhine son dönemde oluşan – oluşturulan ortamın devletin “azınlık politikası”nda bir değişikliği ifade edip etmediğini de yakında anlarız. Ama olaylara bakılırsa azınlığı karşı bir sindirme yönteminin benimsendiği anlaşılıyor.
Fazla değil son üç ayda meydana gelen bazı gelişmelere bakınca, “işin içinde iş var” demeden edemiyor insan. Gümülcine Türk Gençler Birliği’ne yapılan “saldırı – denetim – kontrol” ne derseniz deyin, bu konudan başlayalım. Herkes biliyor ki (tabii ki devlet de çok iyi biliyor) isminde ‘Türk’ kelimesi geçen tarihi azınlık derneklerimiz 1983 yılında tabelaları indirilerek resmiyetleri elinden alındı. Gümülcine Türk Gençler Birliği, İskeçe Türk Birliği ve Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği yaklaşık 30 yıldan bu yana resmiyeti elinden alınmış dernekler olarak varlıklarını sürdürdü. Devletin bu kararı siyasi bir karar olan “Batı Trakya’da Türk azınlık yoktur” politikasının bir gereği olarak hayata geçirildi. Her ne kadar derneklerimizin kapatılması için kararı mahkemeler verse de, bu karar yüzde yüz siyasi bir karardı. Bu üç dernekten İskeçe Türk Birliği sürdürdüğü 25 yıllık hukuk mücadelesi sonunda 2008 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde davayı kazandı. Uluslararası mahkemenin kararı azınlığa yapılan büyük haksızlığı apaçık ortaya koydu. Derneklerimizin resmiyeti alındı belki ama devlet bu dernekleri fiilen gelip kapatmadı veya kapatamadı. Dernekler fiili olarak var olmaya devam etti. Ancak, Batı Trakya’daki tüm soydaşların “kulüp” olarak bildiği İskeçe Türk Birliği ve Gümülcine Türk Gençler Birliği halkın uğrak yeri olmaya devam etti. Bu derneklerimizdeki büfeler de doğal olarak fiş kesmeden daha doğrusu KESEMEDEN insanlara çay – kahve yapmaya devam etti. Herkes bunun 30 yıldır böyle olduğunu, devletin bu kurumlarımıza reva gördüğü büyük haksızlık nedeniyle bu şekilde olmak zorunda olduğunu biliyor. Bundan bir süre önce Gümülcine maliye ekiplerince Gümülcine Türk Gençler Birliği büfesine gidilerek işlem yapılması “30 yıl aradan sonra yeni bir saldırı” yorumlarına neden oldu. 30 yıl sonra bekledikten sonra yapılan bu işlem azınlığın adeta kalbi haline gelen bu derneği fiilen bitirmeye yönelik olup, ekonomik ve yasal bir işlem olmaktan çok SİYASİ bir işlem olarak azınlığın belleğinde ve vicdanında mahkum olmuştur. Azınlık insanının yasalara ne denli saygılı olduğu ve bu konularda ne kadar hassas olduğunu en iyi devlet yöneticileri bilir. Bu azınlık hiç bir zaman yasadışı olmaya, kanunlara karşı hareket etmeye meraklı olmamıştır. “Sadece Avrupa’da değil, tüm dünyada örnek bir azınlık varsa o da Batı Trakya’daki azınlıktır” diye nutuk atan bölgemizdeki Yunanlı siyasetçilerin konuşmaları hala kulaklarımızda yankılanıyor. Azınlık ve tabii ki Gümülcine Türk Gençler Birliği bu konuda haklıdır. Haklılığı da 30 yıl önce derneklerimize ve dolayısıyla azınlığımıza yapılan ve uluslararası mahkemenin kararlarına rağmen düzeltilmeyen büyük haksızlıktan kaynaklanmaktadır. Olaya farklı bir şekilde bakmamız, ağaca bakarken ormanı göremememize neden olur.
Azınlığın zor durumda bırakıldığı ve köşeye sıkıştırılmaya çalışıldığı bir başka olay ise eğitim sorunuyla alakalıdır. Batı Trakya Türk Azınlığı, “Türkçe ve Yunanca eğitim verecek azınlık anaokulları” talebini yüksek sesle dile getirdikçe, bu konuda çıtayı yükselttikçe devlet “karşı önlem” almayı yeğledi. Bu yıl yaşanan ilkokullara kayıt sorununu hepimiz biliyoruz. Yönetim, “anaokuluna gitmezsen çocuğunu ilkokula kayıt etmem” diyerek, azınlığın anaokulu talebine dolaylı yönden engel olmaya çalışıyor. Nitekim, Şahin’deki kayıt sorunu buna en güzel örnektir. Devlet, bu yöntemle tüm azınlık çocuklarının “devlet anaokullarına” giderek (zaten azınlık anaokulu yok) fiili bir durum yaratıp, “azınlık zaten devlet anaokullarına gidiyor, azınlık anaokullarına gerek yok, isteyen de yok” politikasını sağlamlaştırmaya çalışıyor. Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği’nin çocuk külüplerine yönelik olarak yapılan kontrol ve denetimler de bu çerçevede değerlendirilmesi gereken olaylar diye düşünüyorum.
Son dönemde vuku bulan bir diğer konu da Rodos’taki imam krizi. Uzun bir dönemden beri Rodos’ta ibadete açık tek camide imamlık yapan İlter Meço’nun görevden alınarak, camiye “tayinli imam”ın görevlendirilmesi için bir plan uygulamaya kondu. Rodos’taki soydaşların kurduğu derneğe yönelik kontrol ve denetimleri de unutmamak lazım.
Keza, son aylarda Batı Trakya Türk azınlık kurumlarına ve bu kurumlardaki yöneticiler ve azınlık üyesi siyasetçiler hakkında basında yer alan saldırı ve hedef göstermeye yönelik haber ve yorumlar bölgemizde gergin bir ortamın yıllar sonra yeniden geri gelmesinde etkili oluyor. Aynı zamanda parlamentoda, Batı Trakya Türk Azınlığı’nı, kurumlarını ve yöneticilerini, Türkiye’nin Gümülcine Başkonsolosluğu’nuun hedef gösteren soru önergelerinin de son dönemde peşpeşe gündeme gelmesi pek tesadüf gibi görünmüyor.
Bütün bunların yanında son iki yıldır bölgemizdeki Yunanlı yerel yöneticiler tarafından azınlığın sosyal ve kültürel etkiniklerine yönelik uygulanan üstü örtülü bir boykotun olduğunu azınlık içinde konuşulan bir konu. Bundan 4 – 5 yıl öncesine kadar azınlığın tüm etklinliklerine katılan yetkililer artık sayılı faaliyette yer alıyor.
Yukarıda sıraladığımız olay ve uygulamaları azınlık, 20 – 25 yıl öncesinden çok iyi biliyor. Umarız gerçek anlamda bir geriye dönüş olmaz!
