AB`nin yüzkarası: Batı Trakya Türk soykırımı

Eyüp Hacıyakup

Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan´ın ülkede yaşayan Batı Trakya Türkleri´ne yönelik yürüttüğü kültürel ve etnik soykırım, bu doğrultudaki kaynak ve belgelerin mevcudiyetine rağmen araştırmacılar tarafından malesef yeterince ele alınmadı. Belki de siyasi nitelik potansiyelinden dolayı Avrupa gündeminde bugüne kadar hiç yankı bulmayan Batı Trakya´daki dram ve haksızlık örneğini masaya yatırıyoruz.

Batı Trakya bir coğrafi bölge adıdır ve bugün Yunanistan sınırları içindedir. Yunanistan’ın kuzey-batısında yer alan bu bölgenin doğusunda Türk-Yunan sınırını ayıran Meriç Nehri, kuzeyinde Bulgaristan sınırını belirleyen Rodop Dağları, güneyinde Ege Denizi ve batısında Kavala ilini ayıran Karasu Nehri bulunmaktadır. İdari açıdan Batı Trakya; Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe olmak üzere üçe ayrılmıştır. Dar bir şerit halinde uzanan ve 8.578 km2 büyüklüğünde bir yüzölçümüne sahip bu bölgede, günümüzde iyimser sayımlara göre160 bin dolayında Türk yaşamaktadır. 550 yıllık Türk hakimiyeti sonrasında Osmanlı Devletinin nüfuz ve iktidar kaybettiği süreçte Batı Trakya, I. Balkan Savaşı ertesinde önce Bulgaristan, arkasından da I. Dünya Savaşı sonunda Yunanistan tarafından işgal ve ilhak edilmiştir. Bölge nüfusunun %85 gibi yoğun bir çoğunluğunun Türk olmasına rağmen bölge, özellikle bazı Avrupa devletlerinin kayıtsızlığı sonunda Yunanistan tarafından günümüzde büyük ölçüde Yunanlaştırılmıştır.

Lozan Antlaşması sonrası Yunanistan´ın öncelikli politikaları arasında Batı Trakya’daki Türk nüfus ve mal varlığının Yunanlılar lehine değiştirilmesi, bu politikada ilk sırayı işgal etmiştir. Yunanlılar, çeşitli uluslararası antlaşmalara ve birey kişilik ve hürriyet haklarına aykırı bu durum ve tutumlarını kendileri açısından başarılı ve rahat bir şekilde yıllarca yürütebilmiştir. Bölgedeki Türk varlığının tamamen ortadan kaldırılması ve tarihi izlerinin silinmesi, bölgeye yönelik Yunan politikalarının ikinci safhasını oluşturmuş, bölgenin Türk geçmişini hatırlatan imara büyük zararlar verilmiştir. 1923’ten sonra yaklaşık yarım asır uygulanmaya çalışılan bu ikinci safha 1970’li yılların ortalarından itibaren açıktan ve resmi bir devlet politikası haline dönüşmüştür. Genelde Türk-Yunan ilişkilerine, özelde ise Kıbrıs’taki gelişmelere bağlı olarak Yunanistan devletinin Batı Trakya Türklerine yönelik politikaları bazı değişimler göstermiştir. Bu politikalar, bölgenin Türklerden arındırılması amacından taviz vermeksizin uygulanacak çeşitli baskı, zulüm ve asimilasyon çaba ve faaliyetlerinin, iki ülke arası siyasi konjünktüre bağlı olarak sertleşme ve yumuşama şeklinde olmuştur. 30 Ocak 1923 Lozan´da imzalanan ve Türkiye ve Yunanistan´da iki ülke azınlıklarına ilişkin göç ve nüfus sorununu çözüme bağlamaya yönelik bir antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşmanın öngördüğü karşılıklı göç ve nüfus değişimi (mübadele) sonunda Türkiye´den bir milyonun biraz üzerinde Yunanlı Yunanistan´a, yarım milyon Türk te henüz yeni kurulan Türkiye´ye göç etmiştir. Batı Trakya Türkleri ile Istanbul´da yaşamakta olan Rum azınlık ise bu karşılıklı göç antlaşmasının dışında tutulmuştur. Bu dönem itibariyle 1923 senesinde bölgenin %67´sini Türkler, %18´ini Yunanlar, %15´ini de Bulgarlar ve diğer etnik unsurlar oluşturmaktaydı. 1923´ten buyana ise Yunan Hükümetinin Batı Trakya´daki Türkler üzerindeki baskıları, Türklerin hukuki, siyasi, kültürel ve ibadet haklarını hedef alagelmiş, bununla birlikte Batı Trakya´nin büyük bir bölümü askeri bölge ilan edilerek dış dünya ile iletişimi yıllarca engellenmiştir. Ilan edilmeyen, fakat fiili bir sıkıyönetimin hakim olduğu Batı Trakya´da Türklerin serbest dolaşım hakkı ellerinden alınmış, insanlar izole edilmiş ve yurt dışına çıkışları keyfi uygulamalar ve yönetmeliklerle engellenmeye çalışılmıştır. Bununla birlikte Türkleri etnik gurup olarak tanımayan Yunanistan, Batı Trakya Türkleri´ni yıllarca “müslüman Yunanlar“ olarak nitelemiş ve bu insanların etnik azınlık statülerinden doğan (ve doğabilecek) hak taleplerini başından önlemek istemiştir. Bu tutum ve davranış ile Türkler üzerinde sistematik baskı ve denetimi oluşturan Yunanlar, orta vadede bu insanların kendilerinden ülkeyi terk etmelerini amaçlamışlardır. Yunan baskısı ve psikolojik baskı ortamından bunalarak ülkeden göç eden Türk sayısı 1923´ten buyana yarım milyona yaklaşmıştır ve bir çok insan başta Türkiye olmak üzere Avrupa ve dünya ülkelerine göçmüşlerdir. Yunan hükümetinin ülkedeki Türkleri etnik azınlık olarak tanımamasındaki en büyük argümanı, 1923 yılında yapılan Lozan antlaşmasında Batı Trakya´daki unsurun tarifinin genel olarak “müslüman“ olarak isimlendirildiği ve Türklerden hiç söz edilmediğidir. Bazı Yunan Başbakanları başta olmak üzere bir çok Yunan politikacı bunu sık sık dile getirmiş ve Batı Trakya´da tek bir Türk´ün dahi yaşamadığını iddia edebilmişlerdir. Yunan makamları, inkara dayanan bu etnik ve kültürel soykırımcı politikaya ilişkin uygulamalarında devam ederken, Türklerin fiziki varlığını azaltmak için 1955-1988 yılları arasında en az 60 bin kişiyi vatandaşlıktan çıkartmıştır. Bununla birlikte yasanın 1998 senesinde iptalini açıklayan Yunan Hükümeti, binlerce vatansız soydaşımızın beklentilerinin aksine, yasa iptalinin geriye dönük etkisi olmadığını, yani vatansız soydaşlarımızın gasp edilen vatandaşlıklarının iade edilmeyeceğini bildirmiştir. Yukarda bahsedilen ırkçı ve soykırıma yönelik uygulama Avrupa Birliği Müktesebatı’nın aile bütünlüğünü koruyan hükümlerine de aykırıdır. Avrupa Birliği üyesi olduktan sonra da bu tutumunda bir değişme olmayan Yunan hükümeti, Türklere karşı yok edici uygulamalarını aynı seviyede sürdürmüş ve imzaladığı 1954 ve 1975 seneli ve fiziki ve hukuki etnik temizliğe yönelik Birleşmiş Milletler Antlaşmasını bilerek ihlal etmiştir.

Yunanlılar, ülkedeki Türklere yönelik soykırımcı politikalarının en önemli öğelerinden olan kültürel asimilasyonu planlı ve sistematik bir biçimde sürdürmüşler, Türklerin eğitim haklarına yönelik önemli kısıtlamalar ve keyfi uygulamalar getirmişlerdir. Özellikle Türkiye ile olan siyasi ilişkilere paralel olarak seyreden Yunanistan´ın Batı Trakya´lı Türklere karşı tutumu, KKTC´nin ilanıyla yeni bir aşamaya kavuşmuş, 1980´li yıllar üstüste gelen yaptırım ve kısıtlamaların getirildiği dönem olmuştur. Buna göre Yunanistan Parlamento Başkanı´nın şahsi gayret ve çalışmasıyla örneğin öğrencilerin kayıtlarında Türk olduklarını belirten ifadeler kaldırılmış, öğrencilerin Türk değil, Yunanlı müslüman oldukları yazılmıştır. Aynı zamanda derslerde öğretmenlerin Türk kelimesini kullanmaları yasaklanmış, aksi davrananlar zorunlu tayin yoluyla sürgün veya görevden ihraç edilmişlerdir. Ayrıca 1968 yılında Selanik Pedagoji Akademisine (EPATH) Türk öğretmenlerin başvuruları reddedilmiş, Helenist bir eğitim sisteminin çekirdeğini oluşturduğu müfredat Yunan öğretmenlerce hazırlanmıştır. Yunanistan, 1923´te imzalanan Lozan antlaşmasının 40. maddesini hiçe sayarak ardarda getirilen seri kısıtlamaların yanısıra iki ülke arasında 1951-1952´de ve daha sonra 1968´te imzalanan kültürel antlaşmaları da tanımadığını göstermiştir. Bu sistematik kimlik soykırımı (culturcide) 1986 senesinden itibaren Türklerin kurdukları sivil toplum kuruluşlarını da kapsamış ve psikolojik terör iyice yoğunlaştırılmıştır. 1988 yılında Yunanistan Yüksek Mahkemesi´nce onaylanan bir davada Batı Trakya Türkleri Birliği adlı dernek, isminde yer alan Türk ibaresi gerekçe gösterilerek kapatılmıştır. Aynı şekilde Gümülcine Türk Gençlik Teşkilatı ve İskeçe Türk Öğretmenler Birliği gibi sivil kuruluşlar da planlı kimlik soykırımı (ethnocide) neticesinde yasaklanmışlardır. Yunanistan´daki Türk etnik kimliğini kabul etmeyen Yunan makamları, adeta kendisini Türk olarak tanımlayan her kurum ve kesimden insana suçlu muamelesi yaparak haklarında sayısız dava açmış, Yunanistan Parlamento üyesi bağımsız milletvekili Dr. Sadık Ahmet´e karşı yapılan uygulama bu açıdan ilginç bir örnek oluşturmuştur.

Yunan makamları yine bu dönem içinde (80´li yıllarda) Türklere ait yazılı basını da hedef alan, kültürel ve etnik soykırım kategorisine giren kısıtlayıcı ve engelleyici girişimlerde bulunmuşlardır. Böylece Türklere ait aylık Akın dergisi başta olmak üzere, Öğüt, Güven gibi dergi ve gazetelerin yöneticileri ve çalışanları defalarca mahkum olup tehdit edilmişlerdir. Bunu yaparken güdülen maksat ise, Türklerin her hangi bir şekilde kültürel veya milli bilinçlenmelerine yol açabilecek yayın ve yazıların okunmasını engellemek olmuştur. Bu kültürel iletişim ağına müdahaleyle Yunanistan resmi bir asimilasyon politikasını ve bu yoldan Batı Trakya Türkleri´ne karşı kültürel soykırım uygulamıştır. Devlet makamlarının Türkleri hedef alan etniğe dayalı eritme politikası, Türklere ait kültürel değerleri de içine almıştır. Özellikle Osmanlı döneminden kalan çeşitli yapıtların onarım ve bakımına izin verilmemiş, bir çok tarihi yerler ve binalar bilerek yok olmaya terk edilmiştir. Türlü imar bahaneleriyle yüzlerce eski konak, hamam, türbe veya köprü yıkılmış, makamların verdiği izinlerle bazı yerler Yunanlılara satılmıştır. Bu açık kültürel soykırım Batı Trakya´daki Türk kültür mirasını yok etmeye yönelik olup, her türlü yabancı etki ve nüfuzdan arındırılmış cadde ve şehirler oluşturulmaya çalışılmıştır. 1990 senesinde Helsinki İzleme Komitesi´nin Mayıs ayı için yayınladığı raporunda, Yunan hükümetinin Türklere yönelik baskılarının sadece Türklere ait evlerin ve camilerin yapımı ve tamirine yönelik değil, yaygın devlet terörünün ekonomik alanlara da çok açık yayıldığı gözler önüne serilmiştir. Raporun ortaya koyduğu bir diğer nokta da, belirttiğimiz gibi resmi Yunan makamlarının Türklere yönelik ikinci veya üçüncü sınıf vatandaş muamelesi yaparak resmi kurumlarda her türlü ayrımcılığa maruz bırakıldıkları olmuştur. Bu psikolojik, kültürel ve sosyal baskı ve eritme politikası her türlü uluslararası azınlık hakları antlaşmalarına tamamen aykırı olup, bu insanların sıradan Yunan vatandaşlarına tanınan bireysel ve insan haklarından açıkça mahrum edilmeleri yasa dışı ve insan haklarına aykırıdır. Yazımızda yer açısından hiç veya yeterince değinemediğimiz uygulamalar, Batı Trakya Türkleri´nin sonuçta geniş çaplı, uzun vadeli ve sistematik bir sindirme ve eritme politikasıyla karşı karşıya olduklarını gözler önüne sermektedir.

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ