Çanakkale ruhu birleştirir

Eyüp Hacıyakup

canakkale-ruhuİsmi anıldığında yüreklerin titrediği şehirdir Çanakkale. Ülkenin hemen her yanı mahşer yeri adeta. Kafkasya cephesinde Ruslar taarruzda, Seddülbahir’de Türk askerleri düşman saflarını topa tutuyor. Bir diğer cephe ise Irak. Birinci Dünya Savaşı, dört taraftan kuşatmış imparatorluğu. Lakin asıl mahşer Çanakkale’de yaşanıyor. Akif mısralarına gözyaşlarını ekliyor: “Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor / Bir hilâl uğruna yâ Rab, ne güneşler batıyor!..” Senenin her günü rahmetle yâd edilmesi gereken Çanakkale şehitlerimizi, 18 Mart sebebiyle bir kez daha minnet dualarımızla anıyoruz.

Niçin her yıl 18 Mart Deniz Zaferi ve Ağustostaki Anafartalar Zaferlerinde Türkiye’nin dört bir yanında mevlit ve hatim merasimleri yapılmıyor? Şehitlerimizi devlet-millet birarada mevlidlerle yâd etmiyoruz.

Edirne’den Ardahan’a, Hakkari’den Muğla’ya kadar Çanakkale’de her aileden en az bir şehit varken, neden bu günleri sönük kutlamalarla geçiştirmekten öteye birşey yapamıyoruz? Conkbayırı, Anafartalar zaferi günlerinde niçin Gelibolu Yarımadasında milyonlarca insanımızı buluşturacak büyük etkinliklere, anma toplantılarına, mevlitlere önayak olamıyoruz? Göstermelik merasimler dışında niçin Çanakkaleyi sivil toplum kuruluşları, medya ve askeriyemizle birlikte topyekun kucaklayamıyoruz? Halbuki ne güzel olurdu, sadece Çanakkale’de şehit olanlar için değil, İstiklal Harbi şehit ve gazilerimizle birlikte Filistin, Yemen, Galiçya, Kafkaslar ve Anadolu’da şehit olan kahraman ecdadımız için her camide aynı saatlerde hatimler indirsek, sevabını onların muazzez ruhlarına hediye eylesek… Diyanet İşleri Başkanlığımıza ve sivil toplum kuruluşlarına bu noktada büyük görevler düştüğü bir gerçek. Ayrıca bu bölgeye gitmeden önce son yıllarda çıkmış ve Çanakkaleyi anlatan kitaplardan bilgi alınsa, bölgeyi iyi tanıyan rehberlerin yardımı talep edilse geziler daha anlamlı olur. Bölgenin tarihi dokusunun korunması ve tarih bilincimizin canlı tutulması amacıyla yapılan faaliyetlere destek olunmalı. Bu anlamda her yıl kilometrelerce uzaktan gelerek Çanakkaleyi ziyaret eden Anzakların durumu örnek alınabilir. Çocuklarımıza da tarih bilincinin aşılanabilmesi için yaşananlar kaynaklarıyla anlatılabilmeli.

seyit-onbasiSeyid Onbaşı’nın himmeti tüm milletiydi

Koca Seyid, 1909 yılında, 20 yaşında askere alındı. Balkan savaşlarına katıldı. Cihan Harbi patlayınca terhis edilmedi.  Topçu eri olarak Çanakkale’ye gönderildi.

İri yarı, çok güçlü olan Koca Seyid, burada Rumeli yakasındaki Kilitbahir’in 28’lik Rumeli Bataryası’nda topçu eri olarak vazifeliydi. 18 Mart günü, bulunduğu bataryaya İngiliz gemisinden atılan büyük bir bombayla birliğimiz toptan imha oldu. İçlerinden yalnızca Seyid Onbaşı ile Niğdeli Ali kurtulmuştu. Bir de Yüzbaşı Hilmi. Rumeli Mecidiye Tabyası’nda tek top ayakta kalabilmiş, fakat onun da vinci kırılmış olduğundan mermileri namluya sürülemiyordu. Yüzbaşı Hilmi Bey, etrafından birilerinden yardım alabilmek düşüncesiyle bataryadan uzaklaştığı sırada Niğdeli Ali ile Koca Seyid ümitsiz ve perişan ne yapacaklarını düşünüyorlardı. “Lâ havle velâ kuvvete illa billah!” (Allah’tan başka kimsede havl ve kuvvet yoktur!) duası Seyid’in ağzından nûr tanesi gibi dökülmeye başladı. Aşk ile kendinden geçmesi ve 257 okkalık top mermisini sırtlaması bir oldu. Demir basamakları ağır ağır tırmandı. Yanında bulunan Niğdeli Ali, Seyid’in göğüs ve omuz kemiklerinin çatırtısını duyuyor, hayret ve dehşet içinde kalıyordu. Topun namlusuna sürülen üçüncü mermi savaşın kaderini değiştiren olayı gerçekleştirmiş ve “Ocean” isimli zırhlı, bu merminin isabetiyle korkunç yara almıştır. Akşama doğru Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa, Seyid’in bataryasına geldi ve bu isimsiz kahramanı kutladı. Cevat Paşa, resminin çekilmesini istedi. Seyid ne kadar zorlandıysa da o mermiyi sırtlayamadı. Bunun üzerine tahtadan bir mermi yapıldı. Koca Seyid o mermiyi sırtına alarak fotoğrafçının karşısına geçti.

Pek çok isimsiz kahraman gibi Koca Seyid de vefasızlıklar girdabına sürüklendi. Köyüne döndü. Hamallıkla geçinmeye çalıştı. Bu sıralarda üşüttü ve vereme yakalandı. Adı tarihe altın harflerle geçen kahraman, fakirlik içinde yakalandığı veremden kurtulamayarak sessiz sedasız dünya misafirhanesine veda etti. Kızı Ayşe Yıkar, “Gençliğimizde hep aç ve sefil bir hayat yaşadık. Annem de zaten aç ve perişan bir hayattan dolayı hastalıktan öldü. Ondan geriye bir şey kalmadı. Zaten bir şeyi yoktu ki.” diyordu. Seyid, (Seyit Çabuk) 1889 yılında Havran ilçesinin Çamlık köyünde dünyaya gelmişti. Yoksul, topraksız bir köylünün çocuğuydu. Ve 1939’da öyle de öldü.

canakkale-ruhu-1

İstanbul’daki Çanakkale şehitleri de ziyaretinizi bekliyor!

Çanakkale savaş alanlarına ve şehitliklere çok güzel bir akın var. Anadolu’dan Trakya’dan otobüs dolusu binlerce insan her yıl şehit ecdatlarının kabirlerini ziyaret için Çanakkale’ye doğru yola çıkıyor.

Çoluk çocuk, genç yaşlı yüz binlerce insan her yıl bu ziyareti yerine getiriyor. Ama diyorsunuz ki, ne sağlığımız, ne de imkanlarımız böyle bir ziyareti yapmaya imkan tanıyor. Tamam. Ama eğer özellikle İstanbul’da oturuyorsanız Çanakkale şehitlerini ziyaret şansınız yine de var. “Nasıl yani?” dediğinizi duyar gibiyim. Şöyle; Çanakkale Savaşları sırasında binlerce yaralı, hastane gemileriyle ve karayolundan da çeşitli vasıtalarla hep İstanbul’a taşındı. Çanakkale Savaşları’nda İstanbul, büyük bir hastane gibi hizmet verdi. Kadıköy yakasındaki koca Selimiye Askeri Kışlası bile hastane olarak kullanıldı. Yarası ağır olup da iyileşemeyenler burada şehit oldu ve büyük çoğunluğu Edirnekapı’daki şehitliğe gömüldü. Şehitliğin olduğu bölüme de Çanakkale Savaşları’nın ve destansı zaferlerin anısına büyük bir anıt dikildi. Mehmed Âkif Ersoy merhum da bu şehitlerle polis şehitleri arasındaki bölümde medfundur.

Edirnekapı’daki şehitlikte 22 bin Çanakkale şehidi yatıyor. Edirnekapı şehitliği kültür tarihçisi araştırmacı-yazar-yapımcı Talha Uğurluel’in ifadesiyle adeta “Küçük Çanakkale”dir. Ecdadını ziyaret etmek isteyenler Edirnekapı’ya gidebilirler. Belki de dedelerini burada bulacaklar. Mesela bizim son ziyaretimizde de öyle oldu. Zaman Gazetesi Kültür Servisi’nden Ahmet Doğru Bey, kitabelerdeki isimleri okurken Bandırmalı “İbrahim oğlu Recep” adını görünce “A, bu büyük ninemizin bahsettiği Çanakkale’ye gidip de dönmeyen aile büyüğümüz olmalı.” deyiverdi. Memleket ve isimler uyuyordu. Siz de böyle sürprizlerle karşılaşabilirsiniz.

Edirnekapı’daki ‘Meçhul Asker’

Karayolları idaresi, şehrin çevre yollarının yapımına başlamış. Hazırlanan plana göre yollardan biri de Edirnekapı Şehitliği’nin ön kısmından geçecek. Yol çalışmaları öncesinden yolun geçeceği yerlerdeki mezarlıklarda nakil işlemleri yapılacak. Yol geçen yerlerdeki mezarlara sahip çıkan olursa gelip “kendi ölüsünü nakledecek, kimsenin sahiplenmediği mezarlar ise buldozerin acımasına bırakılacak. Gelin olayı, o yıllarda 17. Bölge Müdürlüğü l. Grup Şefliği’nde inşaat sürveyanı olan Kütahya Emetli Ahmet Yenel’den dinleyelim:  “Çevre yolu ve tünelinin geçiş yapacağı istikamette, Edirnekapı Mezarlığı bulunmakta, -ne tevafuk ki- Çanakkale şehitlerinin gömülü kısmı da tam yolumuzun üzerinde; mecburen, mezarları açıp şimdiki şehitliğe nakledeceğiz.

Bir gün, ölüler arasında elbise ve vücudu nokta kadar bozulmamış bir subay çıktı karşımıza. Tam uykuya dalmış bir kişi; pantolonunun iki yanında kırmızı dikişi vardı. Gözleri yumuk, sanki bize gülüyordu. Öyle bir hali vardı ki; ‘benim canım yok olmadı, öbür dünyada bile olsa ben böyleyim’ der gibiydi. Olay cuma gününe denk gelmişti. Aynen elbiseleri ile tabuta yerleştirip camiye götürdük. Namazını kılarak tekrardan bu günkü yerine diğerlerinden ayrı olarak gömdük. İnceleme sırasında isminin Mülazım Yusuf olduğu tespit edilmişti. Ama, mezar taşına ismi yazılmamış.” (Bakınız: Çanakkale Savaşları, Talha Uğurluel, sf: 235)

Taşının üzerinde şu ifade yer alıyor: “1971 yılında şehitlikteki tünel inşaatının yapımı esnasındaki kazılarda meçhul asker elbiseleriyle birlikte bütün olarak bozulmadan bulunmuştur ve buraya bulunduğu şekliyle defnedilmiştir. Ruhu şad olsun.” Bu meçhul askerin mezarı polis şehitliğinin içindedir.

canakkale-ruhu-5

Cihangir, Gazanfer, Muzaffer!

Bir Fransız entelektüel, Çanakkale Savaşı sırasında Trakya’da dolaşmaktadır. Ordusu, en zor zamanında böylesine müthiş bir direniş sergileyen bir milletin cephe gerisinde ne yaptığını, nasıl yaşadığını merak etmektedir. Yolu bir kenar mahalleye düşer. Sokakta üç çocuk görür, üstleri başları perişandır. Kıyafetleri çeşitli çuvallardan uydurulmuştur. Neşe içinde oynayan çocuklarla konuşmak ister. Öğrenir ki; babaları cephededir. Tam o sırada kenardaki ha yıkıldı ha yıkılacak şekilde duran bir kulübeden çilesi yüzüne heybet olarak vurmuş epeyce yaşlı bir kadın çıkar. Ve çocuklara doğru seslenir: “Cihangir, Gazanfer, Muzaffer! Oğlum, çorba yaptım gelin için!” Fransız aydını, o heybetli Anadolu ninesinin haykırdığı isimleri birer birer aklından geçirir ve “En mağlup zamanında bile çocuklarına Cihangir (Cihanı fetheden), Gazanfer (Kükremiş arslan) ve Muzaffer (Zafer kazanan) ismi veren bir millet asla mağlup olamaz!” der.

canakkale-ruhu-2

Çanakkale gezilmeden zafer anlaşılmaz

18 Mart 1915’teki Çanakkale Deniz Savaşı ve onu takiben bir yıl süren Gelibolu Yarımadası’ndaki kara savaşları, normal bir savaş değil Türk Ulusu’nun kendine güvenini kazanması ve yeniden var olma savaşı oldu.

Bizim milletimiz kadar düşen, düştüğü yerden de kalkmasını bilen, esarete alışık olmayan, öldü zannedilirken yeniden dirilen başka millet yoktur. Bunun en son örneği Çanakkale Savaşı’nda dünyaya ispatlandı. Bölgeye gelerek şehit dedeleri için dua eden genç yaşlı tüm vatandaşları Çanakkale ruhu bir daha heyecanlandırıyorsa, bu kendi değerlerimiz üzerinde bir defa daha ayağa kalkıyor olmamızın bir göstergesidir. Şehitlikleri 5 yıl öncesine kadar 100 bin kişi ziyaret ediyorken bugün bu sayının 2 milyon olması Çanakkale ruhunun şehit torunları tarafından anlaşıldığının en büyük göstergesi. Çanakkale ruhunun çocuklar ve vatandaşlar tarafından anlaşılmasında büyük katkıları olanlar ise kuşkusuz “Çanakkale Gezileri” adı altında binlerce kişiyi bölgeye ücretsiz olarak getirip gezdiren Milli Eğitim Bakanlığı, Belediyeler ve Sivil Toplum Kuruluşları oldu. Kurum ve Kuruluşlar adeta bir birleri ile yarışır vaziyette kendi bölgelerindeki vatandaşları sosyal sorumluluk etkinlikleri adıyla düzenledikleri Çanakkale Gezileri’nde torunları şehit dedeleri ile buluşturuyorlar. Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı’ndaki şehitliklerde bulunan mezar taşlarında, ülkemizin her kösesinden gelip, vatanın birliği için şehit düsen kahramanların isimleri, tarihe altın harflerle kaydedilmiştir. Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Abhazi, Boşnagi, Gürcüsü, Ermenisi, Yahudisi ve Rumu hep birlikte bu vatanın bölünmemesi için göğsünü siper etmiş. Savaşın ardından geçen onca yıla rağmen halen savaş kalıntılarının bir bir gün yüzüne çıktığı yer olan Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı son 5 yılda “Çanakkale ruhunu” anlamak isteyen milyonlarca insanın buluşma yeri oldu. Çanakkale’nin ruhunu iyi keşfetmek, bu ruhu kavramak ve her daim canlı ve zinde tutmak hem ferdleri hem de ülkeyi hatırı sayılır bir konuma gerektirecektir.  Genç yaşlı demeden tüm vatandaşlar tarafından Çanakkale ruhu benimsendiği zaman dosta güven, düşmana da korku salabiliriz. Bugün buraya gelerek bölgeyi iyi bilen rehberler eşliğinde dedelerinin savaştığı ve şehit olduğu yerleri gezerek gözlerini bir an için kapayarak o güne giden ziyaretçiler, yenilmesi imkânsız denilen müttefik donanmasının denizde 72 milletten oluşan düşman askerlerinin ise  kara savaşları sonucu Mehmetçik tarafından nasıl bozguna uğradıklarını Çanakkale ruhunu kavradıktan sonra anlayabiliyor.

Dün olduğu gibi bugünde kahraman şehitlerin torunları 18 Mart Deniz Zaferi anma törenlerinde “Dedeciğim Ben Geldim” Sloganı ile Çanakkale’ye koşa koşa geliyor.

canakkale-destani-haritasi

ÇANAKKALE TÜRKÜSÜ

Seddülbahir, Arıburnu
Her yanımız düşman dolu
Bak Anzaklar kesmiş yolu
Dermansızım oy oy
Mavzerimde kurşun bitti
Albay Kemalim
Bingazi’den, Edirne’den,
kimi geldi Hakkari’den
Düşmanına ecel oldu civan Mehmedim
Yastığı mezar taşıdır, yorganı bulut
Emir geldi, süngü takın
Düşman yakın, hücuma kalkın
Hep birlikte fırladılar yerinden
Düşmanı söktüler siperinden
Yalın ayak, baş yaralı koştular
Bu vatana etten duvar oldular
Mehmedim, Mehmedim,
bu destan, bu destan senin
Ölmenizi emir etti kumandan,
Mehmedim
bu destan senin.

“Düşman askerleri gibi yeni üniformaları da yoktu, yemekleri de. Midesinde yarım ekmek, bir tas üzüm hoşafı. Oy Mehmedim, bu nasıl bir irade? Oy Mehmedim. o nasıl bir ifade? Düşman gibi cephanesi de yoktu, parlak düğmeleri de. Döndüler dünyaya arkalarını, umut ve istikbalimizi bize bırakarak. Nasılsa öleceklerdi ama şimdi hâlâ yaşıyorlar.”

canakkale-ruhu-3

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ