Ege Denizinde Krizlerin Nedeni ve Kayalıkların Önemi

Yrd. Doç. Dr. Turgay Cin

Türk – Yunan ilişkileri, AB üyesi Yunanistan’ın “Megali İdeası”, kaybedilen ancak unutulmayan “vatanlarını” yeniden ele geçirme isteği ve Adalar Denizi (“Ege Denizi”)’nin tek hâkimi olma arzusu nedenleriyle krizlerden kurtulamamaktadır. Yunanistan, kuruluşundan itibaren beş kez Türkiye aleyhine sınırlarını genişletmiştir. 1930’lu yıllardan itibaren ise Yunanistan, Türkiye’ye karşı sınırlarını genişletebileceği en uygun yer olarak Adalar Denizi’ni seçmiştir. 1931 yılında hava sahasını 3 deniz milden 10 deniz miline; karasularını 3 deniz milden 6 deniz miline genişletmiştir. Oysa Chicago Sözleşmesine göre karasuları ile hava sahası aynı genişlikte olmak zorundadır. Hava sahası sorunu günümüzde de devam etmektedir. 1947 yılında Yunanistan Menteşe Adalarını (“Oniki Adaları”), silahtan ve askerden arındırılmış olma koşuluyla ele geçirmiş; 1950’li yıllarda Kıbrıs Adasını ele geçirmeye çalışmış; 1960’lı yıllarda, Türkiye’nin güvenliği nedeniyle silahtan ve askerden arındırılmış olması gereken bütün Ege Adalarını Yunanistan, antlaşmalara aykırı olarak silahlandırmıştır. 1970’li yıllarda Adalar Denizi’nde kıta sahanlığı iddialarında bulunmuş; başarılı olamayınca da 1980’li yıllardan itibaren 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesini öne sürerek, kıta sahanlığını da etkileyecek olan 12 deniz millik bir karasuları iddiasında bulunmuştur. Bu iddialarını ve yayılmacı siyasetini devam ettiren “küçücük” Yunanistan, bu arada Türkiye’nin yayılmacı emellerine hedef olduğunu bütün dünyaya haykırmaktan da geri kalmamıştır.

Yunanistan, Adalar Denizi’nde tek bir sorun olduğunu, bunun da kıta sahanlığı sorunu olduğu, başka sorun bulunmadığını iddia etmektedir. Buna bağlı olarak Yunanistan, Adalar Denizi (Ege Denizi)’ndeki “egemenliğini” tartışma konusu yapmayacağını, bu nedenle Yunanistan bir bütün olarak sorunları müzakere etmekten kaçınmaktadır. Çünkü mevcut sorunları görüşmek, müzakere etmek bu sorunları kabul etmek anlamına gelebilecektir. Yunanistan sadece istikşafi/zemin arayıcı/yoklayıcı temaslarda bulunmayı kabul etmektedir. 22 Temmuz 2009 tarihinde Atina’da istikşafi temasların 42.’si tamamlanmış olmasına rağmen, yine olumlu bir sonuca varılamamıştır.

Türkiye ile Yunanistan arasında Adalar Denizi’nde; karasuları, kıta sahanlığı, “aidiyeti tartışmalı adalar”, adaların silahlandırılması ve askerleştirilmeleri, FIR hattı, hava sahası gibi sorunların olmasının yanında gelecekte ortaya çıkabilecek sorunlar da mevcuttur. Adalar Denizi’ndeki bu sorunların temelinde; Türk kıyılarına çok yakın çok sayıda irili, ufaklı Yunan adaları ile Türklere ait adaların ise Yunanistan tarafından kendisine ait olduğunu iddia etmesidir. Sözü edilen bu adaların, kayalıkların deniz alanlarında dünyadaki enerji kaynaklarının gittikçe önem kazanmasıyla birlikte petrol, doğal gaz, güneş ve rüzgâr enerjilerinden, diğer maden kaynakları ile beslenmede dahi yararlanılabilir nitelikte kaynakların bulunmasıdır.

Türkiye’nin taraf olmadığı, Yunanistan’ın taraf olduğu BM Deniz Hukuku Sözleşmesinin 121/3. maddesine göre; insanların yaşamasına elverişli olmayan kayalıkların (örneğin İkizce Adasının, Karaadanın) karasuları ve bitişik bölgeleri olacaktır. Fakat kıta sahanlığı ile münhasır ekonomik bölgeleri olmayacaktır. Eğer sözü edilen bu ve benzeri kayalıklar, insanların oturmasına elverişli hale getirilirse veya kendisine özgü bir ekonomik yaşam meydana gelirse/varsa karasuları, bitişik bölgeleri yanında kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeleri de olacaktır. Dolayısıyla kayalık hangi devletin egemenliğinde olursa, yukarıda sözünü ettiğimiz deniz alanlarındaki egemenliğe, başka bir deyişle karasuları ve kıta sahanlığındaki kaynaklara o kıyı devleti sahip olacaktır.

Diğer taraftan Meis, Karaada, Kilimli ve diğer benzer adaların coğrafi konumları Türkiye’nin denizden, deniz alanlarından yararlanmasını engelleyecek niteliktedir. Başka bir deyişle Türkiye’nin karasularını, kıta sahanlığını, bitişik bölge ve münhasır ekonomik bölgelerini sınırlayıcı/azaltıcı niteliktedir. Dolayısıyla adaların, kayalıkların veya coğrafi formasyonların mülkiyetinin/egemenliğinin hangi devlete ait olacağı bu bakımdan da önem kazanmaktadır.

Yrd. Doç. Dr. Turgay Cin
Ege Üniversitesi İ.İ.B Fakültesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
Devletler Hukuku Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
YAZARIN SON YAZILARI
Heybeliada Özel Yüksek Okulu - 20 Ocak 2010 23:37
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ