Üstü Örtülen Ege Sorunu

Barış Hasan

Evvelden bu yana hep sorunlu olan Türk – Yunan ilişkileri Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecine girmesiyle eski sıkıntıların gölgesi altında nispeten bir iyileşme aşamasında seyrediyor son yıllarda. Bu iyileşme ve dostluk havası gerek Batı Trakya Türk Azınlığı için, gerekse de Türk ve Yunan toplumları için olumlu gibi gözükse de mevcut sıkıntıların gölgesi sürekli arkada duruyor ve hiç kaybolmuyor. Bu gölgenin kaybolmamasının altında yatan sebep sıkıntıların çözümünün erteleniyor olması. Dostluk havası şimdilik her iki ülke ve toplum için geçerliliğini koruyor ama bu havanın bir gün dağılmayacağının garantisini verebilen kimse yok. Peki nedir bu unuttuğumuz, ya da unutturulan, şimdilik rafa kaldırılan sıkıntılar. Bu soruya herkes ilk önce ‘Kıbrıs’ cevabını verecektir. Hayır! Ege daha büyük bir sorun ama şimdilik üstü örtülü.

Her iki ülke de, ağırlıklı olarak da Yunanistan, Ege’de çözümü çok zor olan sorunları Kıbrıs problemini sürekli gündemde tutarak ikinci plana itiyorlar. Kıbrıs sorunu sürekli gündemde tutularak diğer sorunlar gözden uzaklaştırılıyor. Halbuki Ege tam bir arap saçı. Ege’deki sorunlar temel olarak 3 noktada düğümleniyor: Doğu Ege (Doğu Sporat) Adaları’nın silahsızlandırılması, kıta sahanlığı sorunu ve 6 millik kara suları meselesi ile buna bağlı olarak hava sahası meselesi. Adaların silahsızlandırılması meselesi iki antlaşmayla sonuca bağlanmış olsa da Yunanistan uygulamada antlaşmalara aykırı hareket ediyor. II. Dünya Savaşı’nın ardından 1947’de imzalanan ve Ege Adaları’nı Yunanistan’a bırakan Paris Antlaşması’nda, Doğu Ege (Doğu Sporat) Adaları ve Oniki Ada (Dodecanessos)’nın silahsızlandırılması ve buralarda sadece kolluk kuvveti bulundurulabileceği, herhangi bir silahlı kuvvetin bulundurulamayacağı ve tahkimat yapılamayacağı açıkça hükme bağlanmıştır. Ancak, sorun Türkiye ve Yunanistan arasındaki bir mesele olarak görüldüğü zaman Yunanistan, Türkiye’nin Paris Antlaşması’na taraf olmadığı gerekçesiyle Oniki Ada’nın silahsızlandırılması konusunda söz hakkı olmadığını iddia etmektedir. Ancak ikili antlaşma olan Lozan’da da silahsızlandırılma meselesi açıktır. Lozan’ın 13. maddesi, 1., 2. ve 3. paragrafları Oniki Ada’nın silahsızlandırılmasını ve bu adalardaki kolluk kuvveti sayısını hükme bağlamaktadır. Lozan’ın 13. maddesi adalarda deniz üssü kurulamayacağını ve tahkimat yapılamayacağını belirlerken askeri uçuşlara sınırlama getirmekte ve adalarda bulundurulacak asker sayısını da sadece bulundukları bölgede eğitilecek askerlerin (yaşadıkları bölgede askerlik yapanların sadece eğitim süresi kastedilmektedir) sayısıyla sınırlandırmakta, kolluk kuvveti sayısının dahi Yunanistan genelindeki jandarma ve polis kuvvetine orantılı bir sayıda kalacağını garanti altına almaktadır. Ancak mevcut durum böyle değil. Adalardaki silahlandırma ve tahkimat hem Paris Antlaşması’na hem de Lozan Antlaşması’na aykırı bir seyir izliyor. Bir kaç örnek verelim. Rodos Adası’nda Kalamnos bölgesinde 15.000 kişilik bir mekanize zırhlı taburu var ve özel muhafız taburu ile birlikte Rodos’taki asker sayısı 25.000’i geçiyor. İstanköy (Kos) Adası’nda 1 tugay, 1 piyade alayı, 4 piyade taburu, 1 özel muhafız taburu ve 2 tank taburu var. Ayrıca Rodos’ta Maritsa Askeri Havaalanı ve İstanköy (Kos) Adası’nda Antimakhia Askeri Havaalanı var.

Kıta sahanlığı meselesi Ege’deki bir diğer karmaşık konu. Yunanistan adaların kıta sahanlığı belirlenirken adaların Yunan anakarasının ayrılmaz bir parçası olarak görülmesi ve adaların kara Yunanistan’ının bütünlüğü içinde düşünülerek kıta sahanlığı sınırlandırılması sırasında kıta ülkesiyle eşit şartlarda ele alınması gerektiğini ileri sürmektedir. Bu şekilde uluslararası hukukta adalara getirilen kıta sahanlığı sınırlandırılması aşılarak kara ülkesinin kıta sahanlığı haklarından adaların da eşit olarak yararlandırılması ve böylece Ege’de Yunanistan’ın kıta sahanlığının Türkiye aleyhine genişletilmesi hesap edilmektedir. Bu doğal olarak bir sorun yaratmaktadır. Çünkü bu durumda denizlerin ekonomik alanlarından daha çok faydalanma şansı oluşmakta, daha da önemlisi ileride iddia edilebilecek bir egemenlik alanının genişlemesi söz konusu olmaktadır. Türkiye buna normal olarak itiraz etmektedir. Halbuki Yunanistan’ın egemenlik alanlarını genişletme çabası uluslararası hukuka aykırılık teşkil ediyor. 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi adaların kıta ülkesi ile birleştirilmesine izin vermemekte ve adaların kıta sahanlığı belirlenirken kara ülkesi ile şartsız eşitlik ilkesi içinde ele alınmasına açıkça karşı çıkmaktadır. Aynı sözleşme küçük boyutlu adaların kıta sahanlığına sahip olamayacağını öngörmektedir. Yunanistan’ın adaların kıta sahanlığı ile ilgili iddiaları aynı zamanda mantıktan da yoksundur. Çünkü hiç bir hukuk normu kendisinden kat kat büyük bir kıta ülkesi (bu durumda Türkiye) karşısındaki adalara aynı boyutlarda kıta sahanlığı verilmesini öngörmez.

Bir başka sorun kara sularının 12 mile çıkarılması hususudur ki, Türkiye’nin savaş nedeni (casus belli) saydığı bir durum. 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 3. maddesi ülkelere kara sularını 12 mile çıkarma hakkı vermektedir. Yunanistan buna dayanarak kara sularını 12 mile çıkarma hakkına sahip olduğunu iddia etmektedir ancak aynı sözleşmenin 300. maddesinde çok açık bir hüküm vardır: “kara sularını 12 mile çıkarma hakkı başka bir devlet aleyhine suistimal edilemez”. Bu durumda iki ülke arasında ciddi sorunlara sebep olabilecek hususlarda ülkelerin kara sularını 12 mile çıkarma hakkı bir anlamda ellerinden alınmaktadır. Ege Denizi de kapalı bir deniz olduğu için ve özel bir konumda olması sebebiyle ne Yunanistan ne de Türkiye için 12 mil hakkı geçerli değildir.

Kısa da olsa altını çizmeye çalıştığımız Ege sorunu Türkiye ve Yunanistan için aslında en az Kıbrıs kadar karmaşık ve çetrefillidir. Ege, iki ülkeyi Kıbrıs gibi diplomatik savaş yürütmekten ziyade daha çok direk olarak masaya oturmaya zorlayacak ve bilhassa Yunanistan’ın ciddi tavizler vermesini gerektirebilecek bir problemdir. Bu sebeple her iki ülke de, özellikle Yunanistan, bu sorunu şimdilik rafa kaldırmışlar gibi gözükse de, sorun elbet o raflardan bir gün inecek ve masaya gelecektir. O zaman dostluk ve kardeşlik türkülerini söylemek bu kadar kolay olacak mı acaba?

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ