Yunanistan Krizinin Türkiye-Yunanistan ve Türkiye-AB İlişkilerine Etkileri

Barış Hasan

Son dönemlerde Yunanistan’da yaşanan ekonomik kriz ve bu krizin Avrupa ve Dünya piyasalarına olan olumsuz etkisi uluslararası siyasi ve ekonomik gündemin en önemli maddelerinden birini oluşturuyor. Yunanistan’ı kurtarmak için yapılan planlar ve bu planların sonuçları üzerinden yürütülen tartışmalar ilk bakışta aşılabilecek bir kriz üzerinde çalışmalar yapıldığı izlenimi verse de konunun temelinde çok daha ciddi sorunların yattığı bir gerçek.

Aslında gelişmiş ülkelerin krize sürüklenen müttefiklerini kurtarma planları ve çeşitli yardım paketleri yolu ile krizden çıkarma girişimleri yeni uygulamalar değil. Daha yakın geçmişte II. Dünya Savaşı’ndan harap bir halde çıkan Avrupa ülkelerini kurtarmaya yönelik, dönemin ABD Başkanı Harry Truman’ın geliştirdiği doktrinin bir sonucu olarak uygulanan Marshall Planı; keza Soğuk Savaş döneminin konjonktürü içerisinde Sovyetler Birliği’nin öncülüğünde kurulan COMECON (The Council for Mutual Economic Assistance – Karşılıklı Ekonomik Yardım Konseyi) aracılığı ile komünist müttefik ülkelere ekonomik yardımlar yapılması en çok bilinen örneklerdi. 1991’de Doğu Bloku’nun çöküşü ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte tarihe karışan iki kutuplu uluslararası sistemde bir ülkeyi ekonomik darboğazdan kurtarma planları, blok liderleri ABD ve Sovyetler Birliği’nin önderliğinde ve bu blokların para kuruluşları IMF ve COMECON gibi örgütlerin sağladığı fonlarla iki süper gücün tek taraflı iradelerini ortaya koymasıyla yapılıyordu. Bu uygulamalar Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra da devam etti. 90’lı yıllarda Türkiye’ye verilen IMF kredileri ve eski Doğu Bloku ülkelerine yönelik kalkınma yardımı programları bu politikaların belli başlı örneklerini oluşturmuştu. Özetle Yunanistan krizi ortaya çıkana dek ABD’nin siyasi iradesinin öncülüğünde oluşturulan iktisadi ittifaklar Batı dünyasının ayakta kalmasını sağlayan temel değerler olan demokratikleşme ve iktisadi kalkınma arasındaki hassas dengeyi koruyabiliyordu.

Bugün ise durum oldukça farklı. İlk kez Batı müttefiki bir ülkeyi kurtarma planlarında ittifak içerisindeki iki farklı unsurun işbirliği çabasını gözlemliyoruz: Avrupa Birliği ve IMF. İşte tam da bu noktada Yunanistan’ın krizden çıkmasında bu kadar bocalamasının temel sebeplerini görmek mümkün. AB ve IMF arasındaki işbirliği çabalarının an itibariyle sorunlu olması ve AB üyelerinin Birlik çatısı altında ekonomik entegrasyonu görünürde sağlamalarına rağmen uygulamada ABD’nin kontrolündeki IMF gibi kapitalizmin simge kurumu ile organik bağlarının bulunması krizden kurtulma çabalarını olumsuz etkiliyor. Buna karşılık ABD ve IMF’nin, AB’nin siyasi entegrasyonunun tamamlanması yönündeki hassasiyeti dikkate alarak AB üyesi ülkelerde ortaya çıkan ekonomik krizlere müdahil olmada çekingen kalarak inisiyatifi AB’ye bırakma çabaları da Yunanistan krizini daha derinleştiriyor.

Yunanistan krizinin derinleşmesinde ve hem Avrupa piyasalarını hem de Dünya piyasalarını tehdit eder bir duruma gelmesinde, uluslararası arenada yukarıda bahsedilen sorunların yanı sıra krizin ortaya çıkışında ülkenin ekonomi yönetiminde yapılan hataları ve Avrupa Birliği otoritelerinin önlem almadaki gecikmelerini de yadsımamak gerekir. Bu sebeple, öncelikli olarak Yunanistan’ın sürüklendiği krizin temel nedenlerini analiz etmekte fayda vardır.

Krizin Temel Sebepleri

Yunanistan’ın katılım öncesinden başlayarak AB’den aldığı sübvansiyonlar, yardımlar ve çok düşük faizli krediler ülke ekonomisinin sürekli ve kesintisiz bir fon akışı üzerinde inşa edilmesine sebep oldu. “Kaynak sendromu” olarak nitelenen bu durum ve AB’nin kaynak kullanımının denetimi konusunda diğer üyelerine gösterdiği hassasiyeti Yunanistan’a karşı gösterememesi, Yunan toplumunda üretim yerine devlet fonlarına erişerek zengin olmayı tercih eden bir anlayışın oluşmasına yol açtı. Bunun zincirleme bir etkisi olarak da üretime dayalı kaynak yaratmada rekabet etmek yerine fonlardan gelen hazır kaynağın paylaşımına yönelik bir rekabet oluşunca özel sektördeki girişimci ruh öldü ve bütün bunların sonucunda Yunanistan Dünya ekonomisindeki büyüme ve gelişmeden ihtiyacı olan payı alamadı. Bu gelişmelerin yarattığı iktisadi durağanlık sonucu girişimcilik, sanayileşme ve üretimde rekabetin teşvik edilmesi gibi uzun vadeli gelişmenin temel dayanakları siyasi otoritenin gündeminden düşünce de Yunanistan için kriz kaçınılmaz bir hale geldi.

Bunlara ek olarak, yapısal sorunların da giderek içinden çıkılmaz bir hal alması krizin bir başka tetikleyici unsuru oldu. Özellikle gerek ulusal gerekse de AB’nin denetim mekanizmalarının etkin bir şekilde işletilememesi piyasada ciddi başıboşlukların ortaya çıkmasına sebep oldu ve bu durum AB fonlarıyla oluşturulan Yunan dış yatırımlarını da gelir getirmez bir hale dönüştürdü. Örneğin, Yunan bankalarının; Yunanistan’ın Balkanlarda başat siyasi güç olma politikasının bir ürünü olarak Bulgaristan, Romanya, Sırbistan gibi ülkelerde yaptığı yatırımlar bir süre sonra zarar eder hale geldi ve bu ülkelerdeki birçok Yunan bankası veya Yunan ortaklı banka kapanmak zorunda kaldı. Yunan girişimlerine karşı artan güvensizliğin sonucu diğer Güneydoğu Avrupa ülkelerinde farklı sektörlerde ortaya çıkan fırsatlar da değerlendirilemeyince ülkenin döviz girdileri oldukça düşük seviyelere geriledi. Bu da Yunanistan’ı krize götüren bir başka neden oldu.

Ekonomik krizin rakamsal yansılamalarına baktığımızda da Yunan ekonomisinin çok ciddi alarm durumunda olduğu anlaşılıyor. Son verilere göre Yunanistan’da Gayri Safi Milli Hasıla bir önceki yıla göre %7 azalmış vaziyette. Bunun yanı sıra ülkenin dış borcu da 583 Milyar Dolara çıkmış durumda. Ayrıca, halka direk olarak tesir eden en büyük sorun ise ülkenin kamu borcunun milli gelire oranının %143’e çıkmış olması. Bu sebeple Yunanistan krizden kurtulmak için sürekli borçlanmak durumunda kalıyor ve ciddi boyutlardaki bu borçlanma ülkenin geleceğinin de ipotek altına alındığı tartışmalarını beraberinde getiriyor.

Krizin Gölgesinde Türkiye-Yunanistan İlişkileri

Bu rakamlar; krizden çıkma yolları konusundaki uzlaşmazlıklar da hesaba katıldığında ekonomik krizin Avrupa Birliği üyesi diğer ülkelere de sıçraması riskini ortaya çıkarıyor ki, Portekiz, İspanya, İtalya gibi ülkelerde de baş gösteren kriz ister istemez Türkiye’yi de AB ve Yunanistan ile olan ekonomik ilişkileri açısından etkiliyor.

Türkiye’nin son yıllarda Yunanistan ile gelişen ekonomik ilişkilerinin sonucu artan ticaret ve iki ülke arasındaki siyasi ilişkilerdeki olumlu hava kuşkusuz bu krizden olumlu ya da olumsuz etkilenecektir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre Türkiye’nin Yunanistan’a ihracatı %13 azalma göstererek 1.3 Milyar Dolara düşmüş durumda. Veriler Türkiye’nin Yunanistan’dan yaptığı ithalatın ise %23 oranında artış kaydettiğini gösteriyor.  İstatistiki veriler ışığında yapılabilecek ilk değerlendirme, Yunanistan krizinin an itibariyle Türkiye ile yapılan ihracat ve ithalata çok fazla olumsuz bir yansımasının olmadığı yönündedir. Bu da, Yunanistan’daki krizin Türkiye için bir takım fırsatlar yarattığı yönündeki görüşleri destekliyor.

Türk İşadamları için Fırsatlar

Yunanistan’daki kamu iktisadi teşebbüsleri ile ilgili yaklaşık 70 milyar dolarlık özelleştirme yapılacağı geçen yıl Yunanistan’ı kurtarmaya yönelik toplam 110 milyar dolarlık AB-IMF planının kabul edilmesi aşamasında Yunan hükümeti tarafından taahhüt edilmişti. Bu durumda, özellikle Türk şirketlerinin ilgilenebileceği alanlarda özelleştirmeler yapılacağı biliniyor. Başta telekomünikasyon, ulaşım altyapısı ve turizm sektörlerinde özelleştirmelere gidileceği Yunan hükümeti tarafından 2010 sonunda açıklanan 3 yıllık özelleştirme planıyla ilan edildi. Yunan telekomünikasyon şirketi OTE’nin %10 hissesi Deutsche Telekom’a satıldı ve bu özelleştirmeden yaklaşık 400 milyon dolar gelir elde edildi. Ancak bunun yeterli olmadığı ve OTE’nin bir miktar hisselerinin daha satışa çıkarılabileceği tartışılıyor. Son yıllarda Türkiye’nin telekomünikasyon ve internet altyapı hizmetleri alanında kaydetmiş olduğu önemli gelişme Yunanistan’ın telekomünikasyon altyapısı özelleştirmelerinde Türk şirketlerine önemli fırsatlar sunabilir.

Bunun yanı sıra, ülkedeki ulaşım altyapısının yetersiz olduğu uzun zamandır Yunanistan’a getirilen eleştirilerden biriydi. Büyük bir deniz ticaret filosu olmasına rağmen limanların efektif bir şekilde işletilememesi ve havaalanlarında altyapı eksikliğinden dolayı kaliteli hizmet sunulamaması liman ve havaalanları özelleştirmelerini özelleştirme hamlesinin ilk sıralarına yerleştiriyor. Türk şirketlerinin yurt dışındaki havaalanı işletmeciliği konusunda gösterdiği başarılar değerlendirildiğinde de ulaşım sektöründe karlı yatırım fırsatlarının ortaya çıkmakta olduğu söylenebilir.

Bir başka önemli ve gelir getirici sektör olan turizmde de Türk girişimciler için önemli fırsatlar ortaya çıkıyor. Son yıllarda turizm yatırımlarında ve turist rakamlarında Türkiye’nin Yunanistan’ı geride bıraktığı göz önüne alınırsa Türk turizm şirketleri için Ege Adalarında ciddi gelir getirici yatırım fırsatlarının oluşacağını söylemek mümkün.

Sözü edilen belli başlı kamu iktisadi teşebbüsü özelleştirmelerinin dışında Yunan özel girişimlerinin de krizin olumsuz etkilerini azaltmak için özellikle tekstil, gıda, enerji alanlarında ortak arama çabaları Türk yatırımcılar için fırsat alanlarını oldukça genişletmekte.

Siyasi İlişkiler

Siyasi açıdan değerlendirildiğinde ise Yunanistan’ın içinde bulunduğu kriz Türkiye ile olan ilişkilerinde Kıbrıs ve Ege konularında uzun yıllardır savunduğu tezlere uluslararası arenada sağladığı desteğe önemli ölçüde zarar veriyor. Yunanistan’daki ekonomik krizin olumsuz etkilerini iyi değerlendiren Türkiye’nin, Kıbrıs konusunda tavrını daha da sertleştirdiğini gözlemliyoruz. Bu noktada hem Avrupa Birliği hem de Yunanistan’ın sessiz ve pasif kaldığı görülüyor. Yunanistan en iyi ihtimalle bir oyalama politikası izleyip Kıbrıs sorununun çözümünü erteleme yoluna giderek zaman kazanmaya çalışabilir.

Bunun dışında, Ege’de var olan sorunların çözümü konusunda Yunanistan’ın yıllardır Lahey Adalet Divanı’na gidilmesi yönündeki tezlerinden vazgeçmeye başlayabileceğinin işaretleri ortaya çıkıyor. İki ülke arasındaki görüşmelerin kamuoyuyla paylaşıldığı kadarıyla Türkiye’nin savunduğu, Ege’deki sorunların Lahey Adalet Divanı yerine karşılıklı müzakereler yoluyla çözülmesi tezine Yunanistan’ın yaklaştığı anlaşılıyor. Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki, mevcut kriz Türkiye ile Yunanistan arasındaki siyasi sorunlara çözüm fırsatı ortaya çıkarmakla birlikte, hedeflenen sonuçlar açısından tezlerinin haklılığını ortaya koyabilmesi için Türkiye’ye de ciddi bir şans yaratıyor.

Türkiye-AB İlişkilerinde Yunanistan Parametresi

Yunanistan’daki mevcut kriz sadece Türk-Yunan ilişkilerini etkilemekle kalmamakta aynı zamanda Türkiye-AB ilişkilerinde süregelen durağanlığı daha da derinleştirme riski taşımaktadır. Yunanistan krizinin mali politikalarında sıkıntılar bulunan AB üyesi diğer ülkeler açısından bir domino etkisi yaratması AB otoritelerinin son dönemde en çok endişe duyduğu konuların başında geliyor. Yunanistan’da ortaya çıkan krizin Portekiz, İspanya ve en önemlisi İtalya gibi büyük borç yükü altındaki ülkelere sıçramış olması AB’nin kuruluşundan bu yana elde ettiği siyasi ve ekonomik kazanımları baltalama korkusunu yarattı. Avrupa Birliği’nde 2009’dan bu yana kaydedilen ortalama %4’lük küçülme; sanayi üretiminde %20’yi aşan gerileme; Birlik ekonomisinin geleceğinde lokomotifin çarklarını oluşturacak olan genç nüfus arasındaki %21 dolayında işsizlik ve kamu borçlarının gayri safi yurt içi hasılaya oranında AB ortalamasının %80’lere ulaşması Avrupa Birliği’nin son 50 yıldır elde ettiği ekonomik kazanımları ciddi oranda eritirken siyasi entegrasyon çabalarına da önemli bir darbe vuruyor.

Bu durumda, artık yüksek sesle dillendirilmeye başlanan Avrupa Birliği’nin mali politikalarında reforma ihtiyaç duymaya başladığı gerçeği şu aşamada genişlemenin ertelenmesine yol açabilir. Özellikle Türkiye’nin dahil olacağı bir genişlemenin getireceği yeni mali yükler ekonomik kriz riski ile karşı karşıya bulunan küçük ülkelerin tavırlarını etkileyebilir. Bu durumda, 2012 Temmuz’unda Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB dönem başkanlığı ile donma noktasına gelen Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden ivme kazanmasının pek kolay olmayacağı söylenebilir.

Özet olarak Yunanistan krizi, sonuçları açısından salt ekonomik anlamda bir değerlendirmeden öte siyasi bakımdan hem Türkiye-AB ilişkileri hem de AB’nin kendi geleceğine yönelik yarattığı risklerle birlikte analiz edilmelidir. 1957 Roma Anlaşmaları ile başlayan ve Yunanistan krizinin ortaya çıkmasına kadar hem ekonomik hem de siyasi açıdan uluslarüstü entegrasyona bir başarı hikayesi olarak örnek gösterilen Avrupa Birliği’nin uzun vadede krizin etkilerinden kurtulamaması, hem ekonomik hem de siyasi anlamda uluslararası sistemde önemli değişikliklere yol açabileceği gibi bugüne kadar Türkiye’de bir tabu olarak görülen Türkiye’nin AB üyeliğinin sorgulanamazlığını da tartışmaya açacaktır.

Barış Hasan, Batı Trakya Online
İstanbul Ticaret Odası
AB ve Uluslararası İşbirliği Şubesi

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ