Kaş yapayım derken, göz mü çıkarıldı?
Duyduğumuzda, en az oradaki mülk sahipleri kadar, sevinmiştik!.. Bizim ve de mülk sahiplerinin bu sevincine ortak olabilmeleri adına da, 383 / 15. 04. 11 sayı ve tarihli Cumhuriyet’te konuyla ilgili haberi yayınlayarak, tüm Azınlık Kamuoyu’na, duyurmuştuk…
Öyle ya, Azınlık temsilcilerinin yetkili mercilere yaptıkları itirazlar bu sefer sonuç vermiş ve yıllardır çeşitli nedenlerle kamulaştırılan yüzlerce dönümlük Azınlık tarlarına yenilerinin eklenmesi, engellenmişti. Böylece, onlarca dönüm tarla, yeni bir kamulaştırmadan kurtarılmıştı…
Konu epeydir gündemde olduğu için, mutlaka hepiniz neden bahsettiğimi anlamışsınızdır ama, biz, anlamayanlar olabileceğini varsayarak, yine de kısaca, yazalım…
Hatırlanacağı üzere, ilk çizilen plâna göre, Yunanistan’ı Bulgaristan’a bağlayacak olan Makaz otoyolunun güzergâhı, Kozluköy üzerinden geçiyordu. Ancak, bölgedeki Hıristiyan hemşerilerimizin itirazları sonucunda, yolun yapımını üstlenen “Egnatiya” şirketi bunu iptal ederek, yeni bir plân çizmişti. Fakat çizilen bu yeni plân da, Bulduklu’daki Azınlık tarlalarına zarar verdiğinden, bu köydeki soydaşların tepkisine neden olmuş ve değiştirilmesi için, köylüler tarafından bir “Mücadele Komisyonu” kurulmuştu. Sonunda, geçtiğimiz ay, itirazların sonuç verdiği ve şirketin çizdiği yeni bir plân sayesinde, Azınlık tarlaların kamulaştırmadan, kurtulduğu açıklandı…
Ama, yolun geçeceği bölgede tarlaları olan bir soydaşımızın, büromuza gelerek bize verdiği bilgiye bakılırsa, hani kazın ayağı, pek de öyle değil!.. Bu soydaşımızın anlattıklarına göre, tam anlamıyla, kaş yapayım derken, göz çıkarılmış. Bulduklu tarlalarını kurtarırken, bu sefer de kabak, Tuzçuköy ile Gümülcine’nin “Mandıra Kırı” ve “Kayrak Ovası”nda bulunan, Azınlık tarlalarına patlamış… Soydaşımızın bize aktardığı bilgiye göre, 6 – 7 kilometrelik yeni yol güzergâhı üzerinde bulunan ve dönüm olarak da, Bulduklu’daki tarlalardan kat kat daha fazla olan Azınlık tarlaları, büyük zarar görecek…
Şimdi tabii, mühendis olmadığımız ve elimizde de bir harita bulunmadığı için, durumun tam olarak anlatıldığı gibi olup – olmadığını, bilemiyoruz… Umarım, Azınlık temsilcileri bu konuda gerekli incelemeleri yapar ve eğer anlatılanlar doğru ise, o zaman da, yapılmış olan bu büyük yanlışı düzeltmek için, acilen gerekli girişimlerde, bulunurlar…
Sakın ola ki, hafta sonu ölmeyin!
Allah geçinden versin ama, bir gün mutlaka, hepimiz bu gerçekle karşılaşacağız… Anne ve babamız başta olmak üzere, akrabalarımızın veya eşimizin – dostumuzun kaybıyla, er ya da geç, ölümün o soğukluğunu, hissedeceğiz. Bundan, asla kaçış yok…
Geçtiğimiz günlerde, aile olarak biz de, ölüm gerçeği ile bir kez daha karşı karşıya kaldık ve acılı bir gün yaşadık… Her ne kadar, 82 yaşında olsa da, ciddi bir rahatsızlığı olmadığı için, hiç beklemediğimiz bir anda gelen dedemin ani vefatı, bizleri çok üzdü… Allah, sevgili dedeciğime gani gani rahmet eylesin ve başta annem ve teyzelerim olmak üzere de, tüm ailemizin, bir kez daha başı sağ olsun diyorum…
Diyorum demesine de, bu yazıdaki asıl amacım, bunu söylemek değil… Sadece aile yakınlarımızı ilgilendiren bu acıyı, burada sizlerle paylaşıyor olmamın tek nedeni, bu ölüm sonrasında karşılaştığımız ve sizlerin de başına gelebilecek, bir durum…
Pazar sabahı, dedemin öldüğü anlayınca, hemen telefona sarılıp, gelip gerekli kontrolü yapması için, bir doktor aramaya başladım. Ama, ara ki bulasın… Üç – dört saat, bir doktora ulaşabilmek için, uğraştım. Kimin cep numarasını bulduysam, çevirdim; öyle sanıyorum ki, 7 veya 8 doktoru, aradım. Çoğunun telefonu, kapalıydı; açık olan bir – iki tanesiyse ise, ya arabayla yolda oldukları, ya da çocuklarıyla gezmeye çıkacakları gerekçesiyle, gelemeyeceklerini söylediler… Anlayacağınız, yarım saatliğine bile olsa, kimse bir ölü için Pazar keyfini bozmak, istemiyordu. Hoş, bazı doktorlarımızın canlı için de olsa bozup – bozmayacakları tartışılır ya, neyse…
Şimdi bu durumda, hadi bakalım kaldır cenazeni kaldırabilirsen… O an için, dedenin öldüğüne mi yanasın, cenazesini kaldıramayacak olmana mı? Neyse ki, saatler sonra güç – bela da olsa, dayının tanıdığı bir doktora ulaştık da, gerekli raporu alabildik…
Doğrusu ya, bu nasıl bir iştir, ben anlamadım… Böyle bir durumun olabileceği, Doktorlar Derneği’nin yönetimindeki hiç kimsenin aklına gelmiyor mu ki, Pazar günleri için, bir nöbetçi doktor uygulaması başlatsınlar?
Allah’tan, havalar daha serin. Bir de düşünün ki, böyle bir durumla, Temmuz – Ağustos sıcağında karşılaştığınızı. Doktor raporu olmadan ölünüzü defnedemeyeceğinize göre, herhalde kokmaması için Pazartesi gününe kadar, evinizdeki derin dondurucuda saklayacaksınız!!! Derin dondurucunuz yoksa da, üzülmeyin! Emin olun ki, Hipokrat yeminleri olmasa da, böyle bir durumda sizin için dükkânını açacak bir beyaz eşya mağazası sahibi, mutlaka bulursunuz!
Ama tabii yine, en garantisi, hafta içinde ölmek!.. Onun için, siz siz olun, ne yapıp – edin, bu memlekette Pazar günü, ölmemeye bakın!!!
Sezer Rıza, Cumhuriyet Gazetesi
