Yunanistan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan Bağımsızlık Süreci

Barış Hasan

Yunanlıların Osmanlı İmparatorluğu’na karşı 1821’de Mora’da başlattıkları isyan en uzun süreli ve kanlı isyanlardan biri olarak Dünya siyasi tarihindeki yerini almıştır. Gerek Türk tarihçiliğinde, gerek Yunan ve Avrupa tarihçiliğinde bir çok farklı yorumla sunulan bu isyan hiç kuşku yok ki Osmanlı tarihinin de en önemli olaylarından biridir. Yunan İsyanı, Osmanlı tarihindeki sıradan bir ayaklanma olarak değerlendirilemez. İsyanın sonuçları aynı zamanda beş yüz yıldır bir çok farklı etnik unsuru millet sisteminin kendine has dinamikleri içerisinde yönetmeyi başarabilmiş kozmopolit bir imparatorluğun ulusçuluk ideolojisinin güçlü saldırısı karşısındaki ilk yenilgisini de ifade etmektedir.

İlk belirtileri daha erken tarihlerde görülse bile genel olarak 1789 Fransız Devrimi ile özdeşleşmiş ulusçuluğun Osmanlı topraklarına sıçraması fazla uzun sürmemiştir. İlk isyan hareketi Sırplar arasında görülmüştür. Ancak, örgütlü ve bağımsızlığa gidecek kadar kararlı bir isyan hareketinin Yunanlılar tarafından başlatılmış olmasının sebepleri bir çok tarihçi tarafından bugün bile hala sorgulanan bir durumdur. Bu sorgulamaya verilen klasik cevap Yunanlıların Osmanlı İmparatorluğu’nun bürokratik kadrolarında yer almaları; Osmanlı ticaret burjuvazisinin çoğunluğunu oluşturmaları ve Avrupa’daki devrimci hareketler ile yakın ilişki içinde bulunmaları gibi yüzeysel cevaplardır. Halbuki, Yunan İsyanı ile ilgili bu klişeleşmiş cevaplar kronolojik bir tarihçilikten öteye gidememektedir.

Yunan İsyanı’nın altında yatan sebepler genel olarak dönemin uluslararası konjonktürü çerçevesinde değerlendirilerek dış güçlerin etkisinde oluşan bir bağımsızlıktan söz edilmektedir. Halbuki, isyanın sebeplerini ve sonuçlarını, dönemin büyük güçlerinin politikalarını da göz ardı etmeden, öncelikli olarak Osmanlı’nın iç dinamiklerini yorumlayarak değerlendirmek daha doğru bir sistematiktir. Yunan İsyanı’nın siyasi liderlerinin hemen hemen hepsi birer Osmanlı vatandaşı, hatta kimileri Osmanlı bürokratı iken bu isyanı başlatmışlar ve İmparatorluğun parçalanmasının önünü açmışlardır. Bu sebeple, Osmanlı sistemi içerisinde yetişmiş kadroların İmparatorluğa karşı isyana kalkışmalarını felsefi açıdan anlamaya çalışmak ve olayların kronolojisini buna göre oluşturmak bir zaruret olarak ortaya çıkmaktadır.

Yunan ulusçuluğunun temel bileşeni olan Yunan kimliğinin oluşumunun ilk sinyalleri çok daha erken dönemlerde Rönesans İtalya’sında yaşayan Yunanlı filozoflarda görülmüştür. Daha sonrasında Osmanlı tebaası olan Yunanlıların geçirdiği aydınlanma dönemi ile birlikte bir çok tartışmaların arasında silahlı isyan kararı alınmış; hatta bazı Yunanlı aydınların eleştirilerinde de görülebileceği üzere hayal edilenden çok daha farklı bir isyan süreci yaşanmıştır. 1821’de Mora’da isyanı başlatanlar İstanbul’da, Atina’da, Viyana’da, Paris’te Yunan ulusçuluğunun felsefi alt yapısını oluşturanlara göre daha alt sınıflardan gelmekteydiler. Bu çalışmanın ilgili bölümünde de görüleceği üzere, kilisenin bütün çekincelerine rağmen köylerdeki keşişler; sıradan köylüler ve bağımsızlık sonrasının felt mareşalleri olacak eşkıya reisleri Osmanlı İmparatorluğu’na karşı silahlı isyanı başlatmışlardır.

Ancak, bu isyanı getiren felsefi alt yapı çok daha önemlidir. Bu çalışmanın temel konusu olan Yunanistan’ın bağımsızlık süreci daha çok Yunan aydınlanmasını oluşturan filozofların tartışmaları üzerinden değerlendirilecek ve kronoloji buna göre oluşturulacaktır. Öncelikli olarak, isyanın felsefi temelini oluşturan Rönesans dönemindeki erken kimlik arayışları ve Yunan aydınlanmasının incelenmesi gerekmektedir. Sonrasında ise felsefi tartışmalar ve Yunan ulusunun tanımlanmasında ortaya çıkan fikir ayrılıklarının etkisi altında isyanın çıkışı; Osmanlı Devleti’nin isyan karşısındaki siyasi ve askeri tutumu ile uluslararası konjonktürün değerlendirilerek Yunanistan’ın bağımsızlığını nasıl elde ettiğini açıklamaya çalışmak tarihsel açıdan daha doğru bir yaklaşım olarak görünmektedir.

1. YUNAN ULUSÇULUĞUNUN ORTAYA ÇIKIŞI

Türk tarihçiliğindeki genel algı Yunanistan’ın bağımsızlığının hızlı bir süreç içerisinde ortaya çıktığı; 1821’de Mora’daki isyanı müteakiben Avrupalı devletlerin de desteğiyle Yunanlıların bağımsızlıklarını kazandıkları yönündedir. Bu yaklaşım çok yüzeysel olup tümüyle temelsizdir. Yunan bağımsızlığı ciddi felsefi tartışmaların süzgecinden geçerek ortaya çıkmış bir olgudur. Bu tartışmaların erken dönemi Avrupa’daki Rönesans ile aynı zaman dilimine denk gelmektedir. Daha geç dönem olan 18. yüzyılda ise Avrupa’daki yeni fikirlerden derinden etkilenmiş çok daha olgun bir Yunan aydınlanması mevcuttur.

1.1. Erken Dönem Yunan Kimliği Tartışmaları

Bugünkü Yunan kimliği üzerinden yürütülen ‘çağdaş’ olanın ‘antik’ olanla bağlantısı ile ilgili tartışmalar çok çeşitli olsa da ‘Antik Yunan’ın bugün Yunanistan’da yaşayan ‘Yunanlı’nın atası olduğu tartışmasızdır. Ancak, Antik Yunan’dan bugüne kadar geçen uzun süre içerisinde Yunan halkı farklı etnisitelerden gelen halklarla karışmıştır. Bunun sonucu olarak bugün ana dili Yunanca olan bir Yunanlı’nın sosyolojik kimlik açısından Antik Yunan’ın devamı olduğu söylenemez.

Tarihçiler arasındaki genel kanı Antik Yunan’ın Akalar, İyonyalılar ve Dorlar olmak üzere üç ayrı kökenden geldiği yönündedir. Bu dönemde Dor ve Atik lehçesi olmak üzere iki lehçe konuşulmuştur.  Atina’nın güç kazandığı dönemde Atik lehçesi baskın olmuş; Büyük İskender’in Makedonya İmparatorluğu döneminde Atik lehçesinin zenginleştirilmesiyle birlikte Helenistik ortak dil oluşmuştur. İncil’in Yunanca olarak yazılmasıyla birlikte de geniş halk kitleleri tarafından konuşulan ve daha sonra halkın dili manasında ‘Dimotiki’ denilen dil ortaya çıkmıştır. Buna karşın, antik Atik dili ise Makedonya, Roma ve Bizans dönemlerinde bürokrasi ve edebiyat dili olarak kullanılmaya devam etmiş; Osmanlı döneminde Türkçe, Farsça ve Arapça kelimelerin de girişiyle ‘Katharevousa’ denilen bürokrat ve aydın dili oluşmuştur.

Yunan dilindeki bu ikilik Osmanlı dönemindeki erken Yunan kimliği tartışmalarının da temelini oluşturur. Rönesans İtalya’sındaki hümanist akımın temsilcisi olan Yunanlı filozofların Yunan kimliğini oluşturma çabalarına giriştiklerinde karşı karşıya kaldıkları bu dil sorunu tartışmalarının temelini oluşturmuştur. Bu filozofların en önemlileri Plethon Gemistos, Konstantinos Laskaris, Leo Allatius, Nikolaos Sophianos ve Frankiskos Skoufos’tur.

1.1.1. Plethon Gemistos

1355-1452 yılları arasında yaşamış olan Plethon Gemistos erken dönemde Osmanlı hakimiyetinde yaşayan Yunanlıların ortak kimliği konusunda ‘Helen’ tanımlamasını ilk yapan filozoftur. Antik Helenlerin dilinin ve kurumlarının benimsenmesi gerektiğini savunarak belkide bilincinde olmadan ulusçu anlayışı yansıtan bir tanımlama yaparak Osmanlı topraklarında yaşayan Yunanlıların ırk olarak Helen olduklarını söylemiştir.

1.1.2. Konstantinos Laskaris

Erken dönem Yunanlı filozoflardan biri olan Konstantinos Laskaris ise Yunan dili ile ilgili ilk kapsamlı çalışmaları gerçekleştirmiştir. Yunan kimliğinin oluşumunda temel sorunun dil olduğunu fark eden ilk filozof denilebilecek olan Laskaris 1476’da Milano’da ilk çağdaş Yunanca gramerini yayınlamıştır.  Bu çalışma daha sonra 18. yüzyıldaki Yunan aydınlanmasının dil tartışmalarında temel referans kaynağı olacaktır.

1.1.3. Leo Allatius ve Nikolaos Sophianos

Yine İtalya’da yaşayan iki Yunanlı filozof Leo Allatius ve Nikolaos Sophianos Yunanca ulus anlamına gelen ‘genos’ sözcüğünü ilk kez kullanmışlardır. Allatius ilk çağdaş Yunanca denemesi olan Helleas adlı eserinde Yunan halkının kurtuluşundan bahsetmiştir. Sophianos ise Yunan halkının Avrupalılara göre çok geride kaldığını; Yunanlıların edebiyat ve bilimde ilerlemeleri gerektiğini yazmıştır.

1.1.4. Frankiskos Skoufos

Erken dönem Yunanlı filozofların sonuncusu diyebileceğimiz Giritli Frankiskos Skoufos ise 19. yüzyıla kadar sürecek bir tartışmayı başlatarak 17. yüzyıl sonlarına tarihlenen risalesinde Yunan Ulusu olarak Türkçeye çevrilebilecek şekilde ‘Helen Genos’unun kurtuluşu için savaşma gereğinden söz etmiş ve Osmanlı tebaası ‘Helen’leri ayaklanmaya teşvik etmeye çalışmıştır.

1.2. Yunan Aydınlanması

Rönesans hümanizminin etkisinde olan erken dönem Yunanlı filozofların, çok da bilincinde olmadan telaffuz ettikleri ulusçu yaklaşımlar 18. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı hakimiyetinde yaşayan Yunanlılar arasındaki aydınlanmanın fitilini ateşlemiştir. Özellikle 18. yüzyıl sonunda Osmanlı tebaası Yunanlılar arasındaki felsefi tartışmalar Antik Yunan ve Kilise yanlıları olmak üzere iki gruplaşmaya sebep olmuştur.

1.2.1. Antik Yunan Taraftarları

Osmanlı hakimiyetindeki Rumların Antik Yunan ile bağlantısı olduğunu savunan bu görüş Antik Yunan taraftarları olarak adlandırılır. Daha sonra Yunan bağımsızlığının kahramanı olarak tanınacak olan Rigas Fereos, Adamantios Korais ve Evgenios Vulgaris gibi yazarlar Bizans ve Osmanlı dönemini karanlık bir istibdat dönemi olarak tanımlamışlar ve Kilise’nin hegemonyasına karşı çıkmışlardır.  Hatta o dönem Antik Yunan taraftarı aydınlar arasında antik çağlara ve Yunan atalara duyulan ilgi ve hayranlık fanatiklik düzeyine ulaşmıştır.

1.2.2. Kilise Taraftarları

Daha çok Fenerli Rumlar arasından çıkan Osmanlı bürokratları, Osmanlı ile işbirliği içinde olan tüccar sınıf, Patrikhane mensuplarından oluşan ve Dimitios Katartzis gibi filozofların öncülüğünü yaptığı kilise taraftarları ise Bizans ve Hıristiyan geleneğinin korunması gerektiğini savunarak Fransız Devrimi ile ortaya çıkan ulusçuluk gibi yeni akımları şiddetle eleştirmişlerdir.

1.2.3. Orlof Ayaklanması (1770) ve Küçük Kaynarca Antlaşması (1774)

Yunan aydınlanmasının yaşandığı döneme denk gelen iki önemli olay Yunan İsyanı’na giden süreçte bir dönüm noktası oluşturmuştur. Tarihte Orlof Ayaklanması olarak bilinen 1770’teki ilk Yunan ayaklanması Osmanlı Rumları arasındaki tartışmalardan etkilenen ve Rusya’dan yardım alan Mora’daki Rum toprak sahiplerinin başlattığı bir ayaklanmadır.

Bu dönemde Rusya’nın Osmanlı yönetimindeki Hıristiyan Ortodoksları kışkırtma çabasının olduğunu belirtmek gerekir. 1768’de başlayan ve 1774’te Küçük Kaynarca Antlaşması ile bitecek Osmanlı-Rus Savaşı sırasında 1770 yılında Amiral Alexei Orlov komutasındaki Akdeniz’deki Rus Donanması Mora’nın güney ucundaki Mani Yarımadası’na çıkarak bölgedeki Rum toprak sahiplerini ayaklanmaya teşvik etmiştir. Daha sonra 1821’deki isyanın askeri kanadında önemli roller üstlenecek ailelerden gelen Giorgios Mavromichalis ve Ioannis Vlachos liderliğinde Mani Yarımadasında ilk Yunan ayaklanması yaşanmıştır. Bu ayaklanma Cezayirli Gazi Hasan Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından kısa sürede bastırılsa da kanlı bir isyan hareketinin ilk belirtisi olması açısından önemlidir.

Rusya’nın zaferi ile sonuçlanan savaşın sonunda imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması (1774) ise başta Yunanlılar olmak üzere Osmanlı hakimiyetindeki Hıristiyan azınlıkların bağımsızlık hareketlerine giden süreci başlatması açısından son derece önemlidir. Oral Sander, Osmanlı diplomasi tarihinde Küçük Kaynarca Antlaşması’nı içeriden dağılma sürecinin başlangıcı olarak niteler ve Osmanlı topraklarındaki Ortodoksların hamisi haline gelen Rusya’nın Yunanistan’ın bağımsızlığına giden süreci başlattığını belirtir.  Sonuç olarak, Yunan aydınlanmasının öncülüğünde, Orlof Ayaklanması örneğinde ve Küçük Kaynarca Antlaşması’nın sağladığı Rus korumacılığının güdümünde Osmanlı topraklarına gelen Batılı aydınlanma değerleri Balkanlardaki Hıristiyan toplumlar arasında Yunanlıların öncülüğünde sosyal yaşamın bir parçası haline gelmeye başlamıştır.

2. YUNAN İSYANI’NA GİDEN SÜREÇTE İDEOLOJİK FARKLILAŞMALAR

18. yüzyıl sonunda görülmeye başlayan ve 19. yüzyıl başlarında Fransız Devrimi’nin etkisiyle ortaya çıkan milliyetçilik fikirleri Yunan aydınlanma hareketinin ikiye bölünmesine neden olmuştur. Patrikhane’nin dini liderliğinde ve Dimitrios Katartzis’in fikri önderliğindeki ‘Tutucu Güçler’ ulusçuluk ve özgürlük gibi ilkelere karşı çıkmışlar; Yunanlıların uluslaşma çabalarını eleştirmişlerdir.

Rigas Fereos ve Adamantios Korais’in öncülüğündeki ‘Cumhuriyetçiler’ ise Osmanlı’da bir devrim hareketini; uzun vadede ise Yunanistan’ın bağımsızlığını savunmuşlardır.

2.1. Tutucu Güçler

Yunan İsyanı’na giden süreçte Yunan aydınlanma felsefesinin ikiye bölünmesindeki temel neden kilise karşıtlığı üzerindeki ayrılıktır. Fransız Devrimi’nin etkisindeki yazarlar kiliseyi şiddetle eleştirirken, Patrikhane’nin dini liderliğini savunan bazı yazarlar ise Tutucu Güçler olarak adlandırılmış ve kiliseyi Yunan kimliğinin ayrılmaz bir parçası olarak sayarak Antik Yunan sembollerini dinsizlik addetmişlerdir. Daha çok Patrikhane mensupları ve Fenerli Rum beylerin bulunduğu ‘Tutucu Güçler’in en önemli temsilcisi Dimitrios Katartzis’tir.

2.1.1. Dimitrios Katartzis

Yunan aydınlanmasındaki ‘Tutucu Güçler’ grubunun fikri önderi Dimitrios Katartzis temel olarak Rumların, Antik Yunan ve Bizans’ın soydaşları olduklarını belirtmiş fakat Fransız Devrimi ile ortaya çıkan ulusçuluk fikirlerinin Hıristiyan değerlerine karşı olduğunu, bu sebeple Hıristiyanlığın yok olma tehlikesinin olduğu bir siyasi ortamda Yunanlıların kuracağı bağımsız bir devletin kimliksiz bir devlet olacağını, bundan dolayı da bu devletin yok olmaya mahkum olduğunu açıklamaya çalışmıştır.

Katartzis, ulusçu fikirleri eleştirirken Osmanlı yönetimini de sahiplenen bir tavır sergilemiştir. Yazdıklarında, Rumların Osmanlı yönetiminden dışlanmadıkları fikrini savunarak Patrikhane’nin özgür bir ortamda olduğunu ve Hıristiyan değerlerin yaşamaya devam ettiğini belirtir. Bu noktadan yola çıkarak, Hıristiyan değerleri yok eden ulusçu fikirlerin Patrikhane’yi de; Yunan halkını da yok edeceği sonucuna varmıştır.

2.1.2. Patrikhane’nin Fikirleri

Katartzis bir filozof olarak sonuçta kendi fikirlerini ifade etmiştir. Ancak, ‘Tutucu Güçler’in başındaki Patrikhane’nin kurumsal fikirlerini aktarmak karşıtlığı anlamak açısından çok önemlidir. Devrimci fikirlerin ortaya çıktığı dönemde Patrikhane’nin yayınladığı ‘Pederler Öğretisi’ ve ‘Hıristiyan Savunma’ başlıklı bildirilerde açıkça ulusçu fikirler hedef alınmıştır. Bu risalelerde temel olarak, politik düzen ve gelişmelerin Tanrı buyruğu olduğu, insanların kutsal Patrikhane’ye itaat etmeleri gerektiği; özgürlüğün ütopik bir düş olduğu ve demokratik yönetimin anarşi ve mutsuzluk getireceği, Batı’dan kaynaklanan yeni fikirlerin şeytanın işi olduğu ve Osmanlı yönetimine sadık kalınması gerektiği anlatılmaktadır.

2.2. Cumhuriyetçiler

1789’daki Fransız Devrimi Avrupa’daki tüm toplumları etkilediği gibi kaçınılmaz bir şekilde Osmanlı tebaası olan Rumları da etkiledi. Özellikle 1790’larda Viyana merkezli olarak ortaya çıkan Yunan ulusçuluğu daha sonra Paris’e taşınmış ve 1821’deki isyana giden yolda en önemli süreç olmuştur. Daha sonra bağımsızlığın fikri kahramanı haline gelecek olan Rigas Fereos ve Adamantios Korais bu süreçteki en önemli iki filozoftur.

2.2.1. Rigas Fereos

Rigas Fereos, Fransız Devrimi’nden etkilenmiş en önemli Cumhuriyetçi aydındır. Osmanlı İmparatorluğu içerisinde demokratik bir devrim gerçekleştirilmesi idealini dile getirmiştir.  Anayasa çalışmaları yapmış; temelde Osmanlı’daki bütün milletlerin eşit bir şekilde bir arada yaşayacakları bir düzenden bahsetmiş ve Osmanlı Sultanını ‘tiran’ olarak tanımlamıştır. Rigas Fereos’ta bu aşamada, bağımsız bir Yunanistan anlayışı henüz oluşmamıştır. Osmanlı’da, Fransa’dakine benzer bir devrim hareketi gerçekleştirilmesini ve çok uluslu demokratik yapıda bir devlet kurulmasını savunmuştur.

Ancak, bu dönem 1790’larda III. Selim döneminde Osmanlı diplomasisinde önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir. Osmanlı diplomasisi Avrupalı devletler nezdinde etkin hale gelmeye başlamış; Osmanlı aleyhine gelişen fikir akımlarına karşı Avrupa’da önlemler alınmıştır.  Bunun sonucunda, o dönemde Osmanlı’daki Hıristiyan azınlıkları kollayan Avrupa devletlerinin politikalarıyla çelişen bir şekilde 1798’de Avusturya, Rigas Fereos’u ve sekiz Yunanlı cumhuriyetçiyi yakalayıp Osmanlı’ya teslim etmiş ve Rigas Fereos idam edilmiştir. Bundan sonra, 1821 isyanına giden süreçte Rigas Fereos ulusçu Yunanlılar için ulusal bir kahraman haline gelecektir.

2.2.2. Adamantios Korais

Adamantios Korais, Rigas Fereos’un Cumhuriyetçi fikirlerini daha ileriye taşıyarak bağımsız Yunanistan’ın felsefi arka planını oluşturmuştur. 1821 Yunan İsyanı’na giden süreçte Korais, özellikle Fransa’daki Yunanlı cumhuriyetçileri örgütleyerek, Kardeşlik Bildirisi ve Helen Nomarşisi gibi risaleleriyle Osmanlı yönetimine sert saldırılırda bulunmuş ve bağımsız bir Yunanistan’ın kurulmasını önermeye başlamıştır.

Korais ile birlikte, 1810’larda Yunan ulusal bilincinin güçlendiği bir dönem yaşanmıştır. Ulusçuluğun temel kavramları bu dönemde görülmüş, Antik Yunan ile güçlü bağlar kurularak tarihsel miras vurgusu başlamış, Patrikhane ve ruhban sınıfı eleştirilmiş, hatta ulusun ismi ortaya atılmıştır: Helen Ulusu!

3. MORA İSYANI (1821) VE YUNANİSTAN’IN BAĞIMSIZLIĞI

Avrupa’da ve Osmanlı coğrafyasında yaşanan uzun tartışmaların nihayetinde 1810’ların sonuna doğru Yunanlıların isyan etmesi için bütün şartlar oluşmuştu. 1815 Viyana Kongresi ile Avrupa’da ortaya çıkan Kutsal İttifak’a Fransa’nın da katılmasıyla Avrupa monarşilerine karşı tehdit ortadan kalkmış; Rusya’nın Osmanlı Ortodoksları üzerinde artan etkisini dengelemek amacıyla Fransa ve İngiltere de Yunanlıların bağımsızlık yönündeki taleplerini desteklemeye başlamışlardı.  Sonunda, Avrupa’dan da siyasi destek bulan Yunan fikri önderlerinin kışkırtmalarıyla 25 Mart 1821’de Mora İsyanı patlak verdi. Bu noktada, isyanın gelişimini ve sonuca gidişini iki evrede incelemek gerekir. Osmanlı’nın isyanı kanlı bir şekilde bastırdığı 1821-1824 arası dönem, isyanın uluslararası boyut kazandığı ve bağımsızlığa giden sürecin yaşandığı 1824-1829 arası dönem.

3.1. 1821-1824 Arası Dönem

İlk isyan hareketi sanıldığının aksine Mora’da değil Eflak ve Boğdan’da Aleksandros İpsilantis liderliğinde başlamıştır. Bu isyan kısa sürede bastırılmasına rağmen Filiki Eterya Cemiyeti’nin isyanın başlangıcında oynadığı önemli rol sonucunda Aleksandros İpsilantis’in kardeşi Dimitrios İpsilantis Mora’ya giderek Rumları isyana çağırmıştır. Bu çağrı sonucunda 25 Mart 1821 tarihinde Atina yakınında küçük bir kent olan Navplion’daki Osmanlı garnizonunun basılmasıyla Yunanistan’ın bağımsızlığıyla sonuçlanacak olan Mora İsyanı başlamıştır. İsyanın askeri önderi Theodoros Kolokotronis komutasındaki isyancılar kısa sürede Patra, Navarin, Tripoli, Mesalongi kentlerini ele geçirmişlerdir.

3.1.1. Osmanlı Devleti’nin Tutumu

Osmanlı’nın isyanın ilk günlerindeki tutumu şaşırtıcı bir şekilde çok sert olmamıştır. Bunun temel sebeplerinden bir tanesi bölgeden sağlıklı haber alınamamasıdır. İkinci ve en önemli sebep ise Osmanlı Devleti’nin o dönemde Yanya bölgesinde Tepedelenli Ali Paşa isyanını bastırmaya çalışıyor olmasıdır. Tepedelenli Ali Paşa’nın çıkardığı isyan o denli şiddetli olmuştur ki, Mora Valisi Hurşit Ahmet Paşa komutasındaki birliklerin neredeyse tamamı isyanı bastırmak için Yanya’ya sevk edilmiştir. Bazı kaynaklar, Osmanlı ordusu ile Tepedelenli Ali Paşa’nın askerleri arasındaki çatışmalarda Yanya şehrinin tamamen yandığından bahseder.  Bu ortamda Osmanlı Devleti’nin Mora’daki isyanı daha az önemsediğini söylemek doğru olacaktır.

3.1.2. Patrikhane’nin Tutumu

Mora İsyanı’nda İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi’nin tutumu her zaman tartışmalı bir konu olmuştur. Türk tarihçiliği genel olarak Patrikhane’nin isyanı desteklediği yönünde yorum getirmiş ve Patrik V. Grigorios’un isyana destek verdiği için asıldığını iddia etmiştir.  Ancak, bu yorum kesin kanıtlara dayanmamaktadır. Aksine Patrikhane’nin isyana destek vermediği yönündeki bilgiler daha güçlüdür. Elçin Macar’ın aktardığına göre Patrik V. Grigorios ve Patrikhane Yunan İsyanı başlar başlamaz isyanın siyasi ve askeri liderlerini hedef alan bir aforozname yayınlamıştır. Bu aforoznamede isyanın liderleri İpsilantis kardeşler devlete karşı gelen nankörler ve kafirler olarak nitelendirilmiş; Osmanlı Devleti bir Tanrı buyruğu olarak görüldüğü için isyana katılanların Tanrı’ya karşı gelmiş olacakları bildirilmiştir.

Patrikhane’in sadece Rumların Patrikhanesi olmadığı; Sırp, Bulgar, Karadağlı, Arnavut bütün Osmanlu tebaası Ortodoksların bağlı olduğu bir Patrikhane olduğu düşünülürse bağımsızlık yanlısı ulusçu hareketlerin sadece Osmanlı’yı değil aynı zamanda Patrikhane’yi de hedef aldığı açıktır. Bu durumda Patrikhane’nin Mora’daki isyanı desteklediği savı temelsizleşmektedir.

3.1.3. Mavrokordatos’un Rolü

Tanınmış bir Osmanlı bürokratı olan ve Fenerli Rum bir aileden gelen Aleksandros Mavrokordatos isyan başlar başlamaz Mora’ya gelerek isyanın siyasi liderliğini üstlenmiştir. İlk isyan hareketlerinin başarıya ulaşmasıyla birlikte Kolokotronis’in girişimleriyle Aralık 1821’de Epidaurus’ta bir meclis toplanmış ve Ocak 1822 Mesalongi’de Aleksandros Mavrokordatos’un başkanlığında bir hükümet kurularak 13 Ocak 1822’de Yunanistan’ın bağımsızlığı ilan edilmiştir. Ancak, bu bağımsızlık henüz daha Avrupalı devletler tarafından tanınmayacaktır.

Patrikhane’nin 1821 sonlarında yayınladığı aforozname ile isyanın liderlerini aforoz etmesi ve isyana katılanları da kafir ilan etmesi etkili olmuştur. 1822 yılı içerisinde isyana katılımın azaldığı görülmüş; 1823 sonlarında ise isyancılar arasında iç çatışma başlamıştır. Mavrokordatos’un kurduğu hükümete Kolokotronis karşı çıkmış ve Mavrokordatos ile Kolokotronis taraftarları arasında çatışmalar baş göstermiştir. 1824 yılında yeniden birlik sağlanmış ve isyan tekrar şiddetlenmiştir. Bu dönemde, özellikle Lord Byron gibi ünlü kişiliklerin de bizzat Yunanistan’a gelerek isyana destek olması; Avrupa’da Delacroix gibi ünlü ressamların Mora İsyanı ile ilgili tablolar yaparak  Avrupa’da kamuoyu yaratmaları Avrupa’dan Yunan isyanına silah ve para yardımı yapılmasını sağlamış ve 1824’te kanlı çatışmalar yoğunlaşmıştır. İsyan sürecinde Avrupa’da edebi yazılarla isyan desteklenmiş, Yunanlılarla ilgili edebi tasvirlerin yanı sıra Türkler hakkında geçmişten gelen önyargı ve fikirler ifade edilerek Türk düşmanlığı yapılmıştır.  İsyan lehindeki bütün bu propaganda çabalarına rağmen hemen isyana müdahil olmayan Avrupalı devletler ise oluşturulan bu kamuoyu neticesinde isyana müdahale etmeye karar vermişler ve isyancılara silah yardımı yapmaya başlamışlardır.

3.1.4. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Yardımı

Osmanlı Devleti isyanı bastıramayınca Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan yardım istemiştir. Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa Mora Valisi olarak atanmış, donanmasıyla birlikte 1824 sonlarında Mora’ya gelmiştir. İbrahim Paşa Koroni’de karaya çıkarak kısa sürede Navarin’i ele geçirmiş; Mora’nın güneyindeki isyancıları etkisiz hale getirmiş; Mora’nın başkenti Tripoli’yi almış ve Navplion haricindeki bütün Mora Yarımadası’nı hakimiyeti altına alarak Yunan İsyanı’nı kontrol altına almayı başarmıştır. İsyanın kontrol altına alınmasıyla birlikte İbrahim Paşa 1824’ten itibaren Mora’yı vali olarak yönetmeye başlamıştır.

3.2. 1824 – 1829 Arası Dönem

1824’te İbrahim Paşa’nın Mora Valisi olması ve isyanı nispeten kontrol altına almasıyla birlikte çatışmalar azalmış ancak tamamen bitmemiştir. 1827’ye kadar aralıklı olarak isyan hareketleri devam etmiş; İbrahim Paşa bu hareketleri sert tedbirlerle bastırmıştır. Bu dönem Yunan İsyanı’nın uluslararası arenaya taşındığı bir dönem olmuştur. İbrahim Paşa’nın Mora’da Yunanlılara katliam yaptığı şeklinde propagandalar Avrupa’da destek bulunca İngiltere, Fransa ve Rusya Mora İsyanı’na direk olarak müdahale etmeye başlamışlardır.

3.2.1. İsyanın Uluslararası Sorun Haline Gelmesi

1827’de Troizina’da ikinci Yunan Meclisi toplanmıştır. Bu Meclis’in başkanlığına Rusya Dışişleri Bakanlığı yapmış; Avrupa çapında ünlü bir diplomat olan ve 1831’de Yunanistan’ın ilk başbakanı olacak olan Ioannis Kapodistrias seçilmiştir. Bu meclisin başarılı çalışmaları ve Kapodistrias’ın kişisel çabaları sayesinde Yunan bağımsızlık mücadelesi uluslararası diplomasi arenasına taşınmıştır.

Kapodistrias’ın girişimleriyle bu dönemde İbrahim Paşa’nın Rumlara zulüm uyguladığını öne süren İngiltere ve Rusya 4 Nisan 1827’de St. Petersburg Protokolü’nü imzalayarak Yunanistan’a muhtariyet verilmesi konusunda anlaşmışlar ve Yunanistan’ın geleceğini şekillendirmeye başlamışlardır.

3.2.2. Navarin Olayı (1827) ve Osmanlı Devleti’nin Mora’da Kontrolü Kaybetmesi

St. Petersburg’da varılan ittifaka Fransa’nın da katılmasıyla 6 Temmuz 1827’de İngiltere, Fransa ve Rusya arasında Londra Anlaşması imzalanarak Yunanistan’a bağımsızlık verilmesi kararlaştırılmıştır. Osmanlı Devleti, iç işlerine karışıldığı gerekçesiyle Londra Anlaşmasını reddetmiştir. Bunun üzerine İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları Akdeniz’e hareket ederek Mora Yarımadası’nı ve Navarin’deki Osmanlı donanmasını kuşatmış ve 20 Ekim 1827’de Navarin’de Osmanlı donanmasına saldırarak donanmanın tamamını yakmışlardır. Bu olay tarihe Navarin Olayı olarak geçmiştir.

Bu olaydan sonra Mora’da yeniden şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. İngiltere ve Fransa Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya baskı uygulamış; İbrahim Paşa Mora’daki birliklerini Ağustos 1828’de tamamen çekmiş ve Osmanlı Devleti Mora Yarımadası’ndaki kontrolünü yitirmiştir.

3.3. Edirne Antlaşması (1829) ve Yunanistan’ın Bağımsızlığı

Navarin’de donanma Rusya, İngiltere ve Fransa’nın oluşturduğu ortak donanma tarafından yakılmasına rağmen Osmanlı Devleti olayın baş sorumlusu olarak Rusya’yı görmüş ve Rusya’ya savaş ilan etmiştir.

3.3.1. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı

1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı her iki taraf için de çok ciddi kayıpların yaşandığı bir savaş olmuştur. Savaşın sonunda Rusya Tuna bölgesi ve Osmanlı’nın Kafkasya sınırı boyunca bazı bölgeleri ele geçirmiştir. Osmanlı, maliyesinin savaş sonucu iyice kötüleşmesi sonucu 1829’da Edirne Antlaşması ile dayatılan şartları kabul etmek durumunda kalmıştır.

3.3.2. Yunanistan’ın Bağımsızlığı

Osmanlı-Rus Savaşı sonunda 1829’da imzalanan Edirne Antlaşması’nın 10. maddesinde Yunanistan’a özerklik verilmesi kararlaştırılmış; Şubat 1830’da Londra Antlaşması ile de Yunanistan anayasal monarşi kurularak bağımsız bir devlet olarak tanınmıştır. Bu noktada genel bir yanlış yapılmakta ve Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’nden bağımsızlık tarihi 1829 olarak verilmektedir. Ancak, Yunanistan tam bağımsızlığını Şubat 1830’da imzalanan Londra Antlaşması ile kazanmıştır. Bu antlaşma ile Yunanistan’da anayasal monarşi kurulmasına karar verilmiş; Avrupalı devletler ve Osmanlı Devleti Londra Antlaşması ile Yunanistan’ın bağımsızlığını tanımışlardır.

Yunanistan’ın bağımsızlığı Osmanlı Devleti’nin parçalanma sürecini başlatması açısından son derece önemlidir. Keza, ilk kez Osmanlı tebaası olan bir millet Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanmayı başarabilmiştir. Bu 19. yüzyılda diğer milletlerin de ayaklanmaya girişmelerine neden olacaktır. Aynı zamanda, Avrupalı güçlerin Osmanlı’nın içişlerine daha kolaylıkla karışmasının da önünü açmıştır. Yunanistan’ın bağımsızlığının hemen ardından 1830 yılı içinde Fransa, 1529’dan beri Osmanlı toprağı olan Cezayir’i işgal ederek bir süre sonra Osmanlı’dan koparacak ve Akdeniz’de Osmanlı gücünü iyice zayıflatacaktır.

SONUÇ

Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’nden bağımsızlığını kazanması kısa sürede ortaya çıkmış bir gelişme değildir. Felsefi arka planı, her ne kadar ulusçu bilinç olmasa da, 15. yüzyıla kadar giden, 18. yüzyıldaki Yunan aydınlanmasının süzgecinden geçerek eyleme dönüşmüş bir bağımsızlık hareketi söz konusudur.

Hiç kuşkusuz, Avrupalı büyük güçlerin Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasında etkisi olduğunu belirtmek gerekir. Ancak, bu etki isyanın başladığı döneme kadar sınırlıdır. Osmanlı tebaası Rumları isyana götüren süreç Osmanlı Devleti’nin kendi iç dinamiklerinin etkisinde gelişmiş; hatta Rum milleti kendi içerisinde felsefi görüş ayrılıkları yaşamıştır. Kimi Rum aydınlar Osmanlı sistemi içerisinde bir reform hareketinden bahsederken, örneğin Rigas Fereos’un yazdıklarında bağımsızlıktan söz ettiği görülmez, daha çok Osmanlı’da bir devrim hareketinden ve Fransız Devrimi’nin ortaya çıkardığı kardeşlik ilkesinden bahseder, kimi aydınlar ise ulusçu fikirleri şiddetle eleştirerek Osmanlı tebaası olarak yaşamaya devam edilmesi gerektiğini savunmuşlardır.

Cumhuriyetçi fikirler daha geç bir dönemde, 1810’dan sonra taraftar kazanmaya başlamış ve Adamantios Korais gibi örgütçü aydınların çalışmalarıyla isyana giden süreçte bağımsızlık yanlısı fikirler öne çıkmaya başlamıştır.

Uluslararası konjonktür de ilk başlarda genel kanının aksine Yunan İsyanı’nı destekleyecek bir durumda değildir. 1815 Viyana Kongresi ile Avrupa’da statükocu monarşiler güç kazanmış; yenilen Napolyon Fransa’sının yaymaya çalıştığı monarşi karşıtı fikirleri özellikle Habsburg Avusturyası ve İngiltere ezmeye çalışmışlardır. Dolayısıyla, Avrupa monarşileri nezdinde de Fransız Devrimi’nden etkilenmiş Yunan bağımsızlık hareketinin hemen kabul gördüğünü söylemek doğru değildir. Ancak, gidişatı değiştiren, Fransa’nın o dönem ‘Kutsal İttifak’a katılması; Rusya’nın Osmanlı üzerinde artan etkisidir. Bu sebeple İngiltere ve Fransa Mora’da başlayan isyanı desteklemeye başlamışlar ve Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasında öncü bir rol oynamışlardır.

Osmanlı Devleti ise bu kadar uzun süren, oldukça zor bir coğrafyada gerçekleşen isyanı bertaraf etme konusunda her şeye rağmen başarısız addedilemez. Dönemin şartları göz önünde bulundurulursa, dönem İmparatorlukta III. Selim döneminde başlayan ve II. Mahmut döneminde de devam eden; ordu ve bürokraside çok köklü reformların gerçekleştiği sancılı bir dönemdir. Tepedelenli Ali Paşa isyanı da olmak üzere iki isyanı bastırmaya çalışan bir devleti kendi açısından haklı ve başarılı görmek gerekir. Zira neticesinde, her iki isyan da bastırılabilmiştir. Ancak, Mora isyanının uluslararasılaşmasını engellemek mümkün değildi ve Avrupalı devletlerin olaya müdahil olmaması beklenemezdi. Yine de, Navarin’de donanması tamamen yok edilmesine rağmen Rusya ile savaşa girmiş ve bu savaşta aslında yenildiği söylenemeyecek bir devletin on yıldan fazla süren kanlı isyan ve savaş sürecinden hasarsız çıkması söz konusu olamazdı. Nitekim, Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması bütün bu olayların sonucu, Osmanlı Devleti’nin çok kan kaybettiği bir ortamda gerçekleşen kaçınılmaz bir son olmuştur. Dolayısıyla, genel kanının aksine Osmanlı Devleti’ni aciz bir durumda görmemek ve kolay teslim olmadığını anlamak gerekir. O zaman anlaşılması mümkün olmayan bu süreç, uluslaşmanın doğduğu bir yüzyılda, uluslaşmanın olması gerektiği gibi işlemiş ve Yunanistan bağımsızlığını kazanmıştır.

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 1 YORUM
  1. Ilker dedi ki:

    Gercekten cok kaliteli bir anlatim. Tesekkur ederim

BİR YORUM YAZ