Acaba bir şeyler mi değişiyor?
Batı Trakya Türkleri son dönemde bir adeta “yargı mengenesi”ne sokulmak isteniyor. Azınlık basınına açılan tazminat davaları sonucunda Gündem ve Millet gazetelerine astronomik ölçüde ceza yağdırıldı. “Haksız” olarak nitelendirdirilen bu cezalandırma sonrasında Gündem ve Millet gazeteleri “Azınlık Basınına ÖZGÜRLÜK” sloganıyla başlattıkları kampanya devam ediyor. Bu kampanyaya tüm toplum kesimleri ve kurumlarının sahip çıkmasını görmek “yalnız olmadığımızı” anlamak açısından sevindirici. Sokakta, çarşıda, pazarda insanların bize bu davayı sormaları ve desteklerini belirmeleri gerçekten umut verici.
Azınlık üzerindeki baskı cami ve minare cezalarıyla yine eski günlerine döner gibi bir hal arzediyor. İki hafta önce Meriç iline bağlı Hasanlar minaresi inşaatında çalışan iki genç işçi soydaşımız hapiz cezasıyla cezalandırıldı. Evet, ceza belki ertelendi fakat minare yapımı gibi kutsal bir görev bilinciyle çorbada bizim de tuzumuz olsun diyerek kürek sallayan iki genç insanın sicili artık “temiz” değil! Yazık değil mi bu gençlere?
“Efendim bu minare 11 metre değil de 13 olmuş! İzinde şu kadar metre öngörülüyormuş, minare şu kadar metre yapılmış! Cami yapılırken izindeki metrekarelere sadık kalınmamış. Yok şunun izni eksik, bunun izni noksan, az metre göstermişsiniz, çok metre yapmışsınız!”
Batı Trakya’da minare ve cami izinleri konusunda ciddi sıkıntılar var. Devlet, bize “siz sadece dini azınlıksınız” demesine rağmen minare ve cami yapım ve onarım izinlerinde adeta kılı kırk yarıyor. İnce eleyip sık dokuyor. Minare konusunu ele alalım. Devletin minare yapılmalarıyla ilgili ne yazık ki çok ciddi bir “kompleksi” var. Minarelerin uzunluğu birilerini aşırı derecede rahatsız ediyor. Köylerdeki camilerin minarelerinin uzun olması, uzun derken 14 – 15 metreyi geçmesi sıkıntı yaratıyor. Devlet mekanizması imar planını bahane ederek, minarelerin boyunu kısaltmayı tercih ediyor. Örneğin Hasanlar minaresi için devletin verdiği izin dokuzbuçuk metre! Ne kadar komik değil mi?
Burada yetkililere şunu ifade etmek isterim. Minare dediğiniz uzun olmalı. 9 – 10 metre minare olmaz, olamaz. Minarenin ifadesi, fonksiyonu, estetiği olmaz. Korkmayın minarelerin uzun olması bir dini, diğerine üstün kılmaz. Minareler veya camiler böyle bir rekabetin aracı değildir. Bizim anlayışımızda, kültürümüzde veya manevi dünyamızda böyle bir şey yok.
Evet, azınlık köylerindeki cami ve minare yapımı veya onarımlarında bazı kanunsuzluklar olmuş olabilir. Yasalara ters düşen bazı durumlar sözkonusu olabilir. Ancak inanın ki bunun birinci sıradaki sorumlusu azınlık insanı değildir. Bunu çok açık yüreklilik ve samimiyetle söyleyebilirim. Bunun asıl müsebbibi bu alanda çok katı kurallar uygulamaya çalışan ve bu yöntemle Batı Trakya Müslüma Türk toplumunu “bunaltan” anlayıştır. Başka hiçbir alanda uygulanmayan kurallar cami ve minare yapımı ve onarımında uygulanmaya çalışılıyor. Örnek isteyenler Batı Trakya’daki onlarca cami ve minare projelerindeki pürüzlere, sorunlara, sıkıntılara baksın yeter.
Her nedense ülke genelinde son derece “laçka” olduğu bilinen inşaat – imar işleri, Batı Trakya Türkleri ve azınlık eserleri sözkonusu olunca birdenbire “sıkı” bir şekilde uygunmaya başlıyor. Bu da bize hukuk devletinden çok, yıldırma ve sindirme çabalarını çağrıştırıyor.
Bize “yargı mengenesi” gibi bir benzetmeyi aklımıza sokan ve bu konuda bazı şeyleri irdelememize sebebiyet veren bir gelişme daha oldu son hafta içinde. Gümülcine ve İskeçe seçilmiş müftüleri İbrahim Şerif ve Ahmet Mete aleyhine suç duyurusunda bulunduğunu öğrendik. Haber basında da yer aldı. Hatta bu suç duyurusu sonucunda ön soruşturma başlatılmış, ifadeler alınmaya başlamış. Hatırlayacaksınız, geçmişte hem İskeçe, hem Gümülcine müftüleri “makamı gasp” suçlamasıyla uzun yargılama maratonuna tabi tutuldular. Şimdiki girişimin böyle bir maratona dönüşüp, dönüşmeyeceğini kısa zamanda göreceğiz.
Bu arada yargı deyince aklıma geldi. 25 yıl boyunca verdiği hukuk ve demokrasi mücadelesinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde haklı bulunan İskeçe Türk Birliği’nin resmiyeti hala iade edilmedi. Bu bir baskı değildir de nedir Allah aşkına?
Tüm bunları düşününde “Acaba bir şeyler mi değişiyor?” sorusunu sormadan edemiyorum. Gerçekte de acaba bir şeyler mi değişiyor?
Ozan Ahmetoğlu, Gündem Gazetesi