Yunanistan’daki Ekonomik Krizin Türkiye-AB İlişkilerine Etkisi

Batı Trakya

2008 yılı sonunda tüm dünyada hissedilen, 2009 yılı ilk üç ayında ise etkisini ağır bir şekilde gösteren dünya finans ve ekonomik krizinin, 2009 yılı sonunda Avrupa’daki bazı düzelmelere rağmen, Avrupa Birliği (AB)’ndeki deprem etkisini sürdürdüğü görülmektedir. Bu depremin en belirgin hissedildiği yerlerin başında ise Yunanistan gelmektedir.
 
Dünya Ekonomik Krizi’nin Sebep Olduğu İktidar Değişiklikleri
 
Aslında 2009 yılı başlarında dünya ekonomik krizi ile ilgili değerlendirmelerde Yunanistan’ın adı pek geçmiyordu. Şubat 2009 itibariyle hazineleri iflas eden iki küçük Avrupa ülkesi Letonya ve İzlanda’nın durumunu duymayan kalmamıştı. Krize dayanamayan Letonya’da Şubat 2009 içerisinde sağ görüşlü koalisyon hükümeti istifa etmiş, bu olaydan yaklaşık iki ay önce ise İzlanda hükümeti krize yenik düşmüştü. Özellikle doğu Avrupa ülkelerindeki sıkıntıların daha da büyüyeceği ve yeni istifaların geleceği beklentisi hakimdi. Almanya ve Fransa bu ülkelere yardım için çalışmalara hız vererek, AB’de çatlak sesleri engellemek için tüm imkanlarını kullanacaklarını söylemişlerdi. AB’nin nispeten yeni ülkelerinden Macaristan’da, daha Aralık 2008 içerisinde küresel ekonomik kriz sebebiyle sanayi üretiminin yüzde 23.3’lük düşmesiyle, ekonomi adeta alt üst oldu. Benzer son düşüş, Komünist rejimin 1990 yılında yıkılmasından sonra sadece bir kez yaşanmıştı. Ukrayna, Macaristan, Polonya, Romanya, Bulgaristan, Litvanya gibi Doğu Avrupa ülkelerinde de ciddi ekonomik sorunlar ve Türkiye’nin 1994 ve 2001 ekonomik krizlerine benzer dalgalanmalar yaşandı. AB’den kaynak desteği verilememesi halinde, bu ülkelerin ciddi sorunlar yaşayacakları ileri sürüldü.[1]
 
Ekonomik krizin derin etkileri 2009’da Avrupa’daki genel seçimlerde etkisini derhal gösterdi. Bunlardan en belirgini, 27 Eylül’de Almanya’daki genel seçimlerde, Hıristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) ile evvelce koalisyon ortaklığı yapan ve yüzde 37’lik oy oranına sahip Sosyal demokrat SPD’nin, 2005 seçim beyanlarının aksine anılan Hıristiyan birlik partilerinin “acı reçetesini” kabul etmesiyle, büyük oranda oy kaybederek, yüzde 24’lere kadar gerilemesiydi.
 
Türkiye’de 29 Mart 2009’da yapılan mahalli seçimler sonucunda da, henüz yılın başlarında olmasına rağmen, iktidardaki AKP’nin 2007 genel seçimlerindeki oy oranlarını yüzde 47’den  yüzde 37-38’lere düşürdüğü görüldü. KKTC’de ise, 19 Nisan 2009 tarihli genel seçimler sonucunda Derviş Eroğlu, iktidar partilerini devirerek 50 sandalyeli parlamentoya 26 milletvekili ile geldi.
 
Portekiz istisna olmak kaydıyla Avrupa’da, genellikle iktidarların oy kaybı yaşadığı seçimler gibi, Haziran 2009 başlarında Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de iktidarların oy kaybettiği görüldü. 3 Temmuz 2009 tarihli Bulgaristan genel seçimleri sonucunda da iktidarın büyük partisi kaybederken, “Bulgaristan’ın Avrupai Kalkınması İçin Vatandaşlar” (GERB) partisi kazançlı çıktı. GERB’in lideri Boyko Borisov, 17.7.2009’da Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov tarafından hükümeti kurmakla görevlendirildi. Bu değişimin arkasındaki en önemli gerekçe, dünya ekonomik krizinin Bulgaristan’daki tahribatı idi. 
 
Genel seçimlerle ilgili en dramatik sonuçlardan biri de Japonya’da yaşandı. 29 Ağustos 2009 tarihli genel seçimlerin sonucunda muhalefetteki Japonya Demokratik Partisi (JDP) açık farkla kazanırken, kurulduğu 1955 yılından beri, 1993-1994’deki 10 ay haricinde sürekli iktidar olan, merkez sağdaki Liberal Demokrat Parti (LDP) ise tarihinin en ağır yenilgisine uğradı.
 
Ekonomik krizin en büyük darbeyi vurduğu ülkelerden birinin de Yunanistan olduğu, Eylül 2009’da alınan erken seçim kararıyla duyuldu. Neticede 4 Ekim 2009 tarihli genel seçimler sonucunda muhalefetteki Pan Helenik Sosyalist Parti (PASOK), oyların yaklaşık yüzde 44’ünü alarak ve 300 kişilik Meclis’e 160 milletvekili sokarak, Başbakan Kostas Karamanlis’in Yeni Demokrasi Partisi’nin iktidarına son verdi. İktidar partisine kesilen bu ağır yenilginin faturasının arkasında, Yunanistan’da başlayan ekonomik krizin tahribatı yatmaktaydı.
 
Yunanistan’da Ekonomisinde Gittikçe ‘Derinleşen’ Kriz
 
Yorgo Papandreou, başbakanlık tezkeresini aldığı gün, bazı Yunan gazetecileri “Yorgo Enkaz Devraldı” diye manşet attılar. Bu manşetin devamında ise, Yeni Demokrasi Partisi’nin (YDP) iktidar olduğu 2004-2009 dönemi içerisnde dış borçları 100 milyar Avro artırdığı ileri sürüldü. Henüz daha Ekim 2009 başlarında Yunanistan’daki yıllık bütçe açığının yüzde 6.4’e,  2010’da ise yüzde 11’e ulaşacağı ileri sürüldü. Ekonomideki daralmanın da 2009’da yüzde (-) 0,8 oranında gerçekleşeceği öngörüldü. 2008’de yüzde 7.6 olan işsizliğin 2009’da yüzde 9.5’e fırladığı,  2010’da ise yüzde 10.5’ğa ulaşacağı yazıldı. 2009 yılı içerisinde Ekim ayına kadar sadece dış borcun faizlerine 12 milyar Avro harcanırken, ihracattaki azalmanın yüzde 10.9, sanayi yatırımlarındaki azalmanın yüzde 32.8 ve inşaat sektöründeki yatırımlarda 23.3’lük bir azalma yaşandığı ifade edildi.[2]
 
Genel seçimleri kazanmanın keyfini sürmeye bile fırsat bulamayan Yorgo Papandreou, Yunanistan’ın kontrolünü ele aldıktan sonra krizin vehametini “Ekonomik kriz egemenliği tehdit ediyor!” sözleriyle özetledi.  9 Aralık 2009 günü, Yunanistan’ın mali sorunlarının 1974 yılında demokrasinin yeniden kurulduğu günden itibaren ilk kez, milli egemenliğe risk teşkil edecek seviyeye yükseldiğini ifade eden Papandreou, “Bütçe açığını düzgün bir şekilde kontrol altına almak, kamu maliyesini tekrar istikrara kavuşturmak ve kalkınmayı sürdürmek için elimizden gelen her şeyi yapmaya kararlıyız. Yunanistan’ın egemenliğini kaybetmemesinin tek yolu budur!” diyerek konuşmasını sürdürdü. Bu beyandan birkaç gün önce de kredi derecelendirme kuruluşu Standard&Poor’s, Yunanistan’ı olumsuz kredi izlemesine aldığını ilan etmişti.[3]
 
Şubat 2010 başlarında Yunanistan’ın ekonomik sorunu tüm AB’ye “dert” olmaya başladı. AB zirvesi sonrası Alman Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, anılan toplantıda liderlerin Yunanistan’a açık çek vermediğini, Atina’nın bir an önce yapısal reformları gerçekleştirmesi gerektiğini söyledi. Buna karşılık Yunanistan Başbakanı Papandreou da, ülkesinin içinde bulunduğu durumdan, AB organlarının da sorumlu olduğunu, AB desteğinin geç geldiği için piyasaları yatıştıramadığını ve Yunanistan’ın bu çatışmayı tek başına atlatacak güçte olmadığını vurguladı.[4]
 
Şubat 2010 ortalarında ikinci AB zirvesinde de Yunanistan’daki ekonomik krizin etkileri konuşuldu, ancak bu zirveden de Yunanistan’a destekle ilgili bir karar çıkmadı. Bunun üzerine Yunan tahvillerinin riski yükselişe geçtiği gibi, kamu borçlarına makyaj tartışmasına Alman Şansölye Merkel’den “kepazelik” şeklinde, iki ülke ilişkilerini gerebilecek bir açıklama getirildi. Yardım paketine onay vermeyen AB, Yunanistan’a “akıl vererek”, yardım yerine kemer sıkma uyarısında bulundu. Bir bakıma Yunanistan ateş hattında kalmaya mahkum edildi.
 
Merkel’in “kepazelik” olarak nitelediği gelişme, Yunanistan’daki mali ve finans sektörüyle ilgili istatistiklerin yanlış ya da hatalı veriler içermesinden kaynaklanıyordu. Bu “istatistik skandalı”nın arkasında bazı verilerin makyajlanmasına göz yumduğu suçlamasına maruz kalan ABD’li yatırım bankası Goldman Sachs vardı. Bu sebepledir ki, Yunanistan’a tepkiler de çığ gibi büyüyordu. Alman Şansölye Angela Merkel, parti toplantısında yaptığı konuşmada bankaları hem Almanya’yı hem de diğer ülkeleri krize sürükledikleri için sert bir tonda eleştirmiş, ayrıca Almanya ve diğer AB ülkelerinin banka kurtardıkları için şişen bütçelerini azaltmaya çalıştıklarını eleştirerek, Goldman Sachs ve diğer bankalara sert çıkmıştı. İşte Merkel o gün, “Bizi uçuruma sürükleyen bankaların, bir de Yunanistan’ın ekonomik verilerinin tahrif edilmesinde rol oynadığı doğru çıkarsa, bu bir kepazelik olur!” diye konuşmuştu.
 
Israrla bir yardım paketinin açıklanmasını bekleyen Yunanistan ise, kendi ülkelerinin çökmesi halinde tüm Avro bölgesinin risk altında kalacağı yönünde uyarılar yaparken, Başbakan Papandreou, 18 Şubat’ta “Yunanistan’ın Avrupalı vergi mükelleflerinin parasını istemediğini sadece normal koşullar altında borçlanmaya ve bütçe açığını azaltmak için ‘nefes alacak bir alan’a ihtiyaçları olduğunu” açıkladı. Hatta Papandreou’nun, Goldman Sachs meselesinin araştırılması için de özel bir parlamento komisyonu kurmaya hazırlandığı haberlerde yer aldı. Bu durumun ise, Yunanistan’ı bir “enkaz” halinde seçim sonunda PASOK’a devreden muhalefetteki muhafazakarlar ile sosyalist PASOK arasındaki siyasi kırılganlık ortamını bozacağı ileri sürüldü.[5]
 
Güney Avrupa ülkerinin bugüne kadarki en büyük kredi veren kurumları Alman bankalarıydı. Bugüne kadar sadece Yunanistan’a verilen kredi tutarı 43 milyar Avrodur. Yunanistan’a kredi açan Alman bankaları içerisinde Hypo Real Estade 9.1 milyar Avro ile ilk sıradadır. Ayrıca Commerzbank, Landesbank, LBBW, Bayern LB gibi bankaların da önemli ölçüde kredi vermiş oldukları açıklandı. Bu arada aslında krizle ilgili sorunun 2004 ve 2005 yıllarında Yunanistan’ın AB’ye bildirdiği ekonomik bilgilerden kaynaklandığı ileri sürüldü.[6]
 
AB standartlarına göre üye ülkelerin en fazla GSYİH’sının en fazla yüzde üçü kadar borçlanması gerekirken, Yunanistan sadece 2009 yılında bu sınırın dört katına ulaşan yüzde 12.7’lik bir borçlanma gerçekleştirdi. Yunanistan’ın toplam borcu ise 300 milyar Avro’yu bulmaktadır.[7]
 
IMF’den borç almak mümkün olmakla birlikte, IMF’nin bu borcu çok sıkı koşullara bağlaması sebebiyle, Avrupa tarafından arzu edilmemektedir. Alman Maliye Bakanı Wolfgang Scheuble ve AB’nin diğer maliye bakanları da IMF yardımını reddetmektedirler.[8]
Kriz durumunda AB, üye ülkelere kredi verebilmektedir. AB Komisyonu, ihtiyaç halinde Avro bölgesi dışındaki AB ülkelerine yardımcı olmak maksadıyla 50 milyara kadar kredi verebilmektedir. Bu maksatla Macaristan’a 6.5, Letonya’ya 3.1 ve Romanya’ya 5 milyar Avro verildi.[9]
 
Aslında Yunanistan, AB (önce AET) üyesi olduktan sonra bu birliğin kaymağını yiyen ülkelerden belki de ilk sırada olanıydı. Yunanistan’ın üyeliğin başladığı 1981 yılından bu yana AB’den 85 milyar Avro (yaklaşık 125 milyar dolar) aldığı bilinmektedir. Bu miktar yaklaşık 11 milyonluk nüfuslu bir ülke için oldukça önemlidir. Bir başka ifadeyle kişi başına yaklaşık 7.700 Avro düşmektedir. Yunanistan’ın aldıkları burada da bitmemektedir. AB’nin 2007-2013 dönemi bütçesine göre, Yunanistan’a AB’den 25 milyar dolar daha aktarılması planlanmıştır. Aynı bütçeden 2007 yılında net 5.4, 2008 yılında net 6.2 milyar Avroluk pay alan Yunanistan’ın milli geliri 2008 yılında 360 milyar dolar dolayında ve fert başına geliri de 32 bin dolar civarındaydı.[10]
 
Reuters ajansından alınan bilgilere göre, Yunanistan 2010 yılı içerisinde borcunun 50 milyar Avrosunu finanse etmek mecburiyetindedir. Bu maksatla ilk 15 milyar Avronun bu ilkbaharda ödenmesi germektedir. Yunanistan’daki ekonomik krizin neden olduğu endişeler yüzünden 26 Şubat 2010’da Alman Şansölyesi Angelika Merkel ile İngiliz Başbakan Gordon Brown ve ABD Başkanı Barack Obama arasında üçlü bir telekonferans bile yapıldı. Obama, AB’nin bu krizin üstesinden geleceğine inandığını söylerken, Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreau’nun ajandasında Mart 2010’un ilk haftasında Berlin ziyareti bulunurken, bu görüşmeden bir süre sonra, 9 Mart 2010’da Alman Şansölye Merkel’in Washington’da Obama ile görüşme yapması planlandı. Tüm bu planlamalarda ana hedef Yunanistan’daki ateşi söndürebilmektir.[11]
 
Yunanistan – Almanya İlişkilerine Getirilen Gerginlik
 
Yunanistan’daki ekonomik verilere yapılan “makyajlama”nın bir süre sonra “Yalancı Çoban” masalı gibi ortaya çıkıp da, Yunan ekonomik krizi AB’yi olumsuz etkileyince, Alman Şansölye Merkel ile koalisyon ortağı Westerwelle’nin Yunanistan’ı itham eden açıklamaları, iki ülke arasındaki eski bir anlaşmazlığı yeniden hortlattı. Daha doğrusu Yunanistan, zaman zaman “ısıtıp” masaya koyduğu bir meseleyi yeniden açtı. Bu mesele İkinci Dünya Harbi’nden dolayı Yunanistan’ın talep ettiği ilave “tazminat talebi” idi.
 
İkinci Dünya Harbi sırasında Yunanistan’ı işgal eden Alman kuvvetlerin, 130.000 sivili öldürdüğü ve 70.000 Yunan Yahudi’sini toplama kamplarındaki ölüm yolculuğuna gönderildiği, 1942/1943 döneminde 300.000’nin üzerindeki Yunanlının, ellerindeki gıda maddeleri ve yakacık maddeleri alındığı için açlıktan ya da donarak öldükleri iddia edilmektedir. Bu maksatla 1960 yılında Almanya, Yunanistan’a 115 milyon Mark tutarında savaş tazminatı ödedi. Bu sebeple Alman hükümeti, Yunanistan’ın yeni bir tazminat talebinin geçersiz olduğunu söylemektedir. Üstelik ödenen meblağın Nazi cinayetleri içerisinde yer alan katliam, tutuklulara ateş edilmesi ya da diğer cezai hareketlerden dolayı değil, tamamen politik, dini ya da ırki sebeplere dayandığı ileri sürüldü.[12]
 
Daha sonra çeşitli Yunan mahkemelerinde bu tazminat taleplerinin sayısının göre 60.000’i bulduğu görüldü. En üst mahkeme “Aeropag”, uzun yıllar süren muhakemenin sonunda bu işlemi sonlandırdı. Buna karşılık 1997’de bir mahkeme Almanya’yı, eski “Büyük Almanya”nın varisi olarak, 1944’te Distomo adlı bir köyde içinde bebek ve yaşlıların da bulunduğu 217’yi katletmekten dolayı 95 milyon Drahmi (27.6 milyon Avro)’ye mahkum etti.[13]
 
Ancak Yunanistan’ın çeşitli çevrelerden dillendirdiği, Almanya’dan gayrı resmi talep edilen tazminat talebi yukarıda belirtilenlerin çok daha üzerindedir. Yunanistan’da Başbakan Yardımcısı Teodoros Pangalos, 25 Şubat 2010’da, BBC’ye demecinde, Yunanistan’ın İkinci Dünya Harbi sırasında Alman işgali sebebiyle uğradığı zararlar için Almanya’dan tazminat talebini de gündeme getirdi. Nazi Almanya’sının Yunanistan’ı mahvedip geriye 300 bin ölü baraktıklarını söyleyen Pangalos, Almanların ayrıca Yunan Merkez Bankası’ndaki altınlarını ve Yunan halkının parasını aldıklarını, daha sonra bunları  iade etmediklerini ileri sürdü. Pangalos ayrıca, “Aldıkları parayı iade etmek mecburiyetinde olduklarını söylemiyorum ama hiç değilse teşekkür etsinler. Hiç değilse çalmaktan, ekonomik işlemlerde belirsizliklerden o kadar da şikayet etmesinler!” dedi. Öte yandan aşırı milliyetçi LAOS partisinin lideri Yorgo Karancaferis de, Almanya’dan resmen savaş tazminatı istenmesi halinde rakamın 10 milyar Avronun üzerinde olacağını iddia etti.[14]
 
Pangalos, Yunanistan Dışişleri Bakanı olduğu 1990’lı yıllarda da, Almanya’daki Helmut Kohl hükümeti ile sorun yaşandığında bu tazminat meselesini gündeme getirirdi. 1990’lı yıllarda söz konusu tazminatın faizleriyle birlikte 60-70 milyar Mark civarında olduğu dahi ileri sürülmekteydi.
 
Almanya ile Yunanistan arasındaki gerilimi artıran sebeplerden biri de iki ülkenin medyası arasında çıkan “medya savaşı” idi. Alman haftalık haber dergisi Focus’un Yunan ekonomisine ayırdığı son sayısının kapağında Afrodit heykelini fotomontajla parmak işareti yaparken göstermesi Yunanistan’da büyük tepki topladı. Alman medyasında geniş yer bulan medya savaşında gözler Yunanistan’daki Alman şirketlerine çevrildi.[15]
 
Alman Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Almanya’nın imzalanan tazminat anlaşması uyarınca 1960 yılında Yunanistan’a Nazi dönemi kurbanları için 115 milyon Alman Markı ödediğini hatırlattı. Ayrıca Nazi döneminde kamplarda çalıştırılan Yunanlılara da tazminat ödemeleri yapıldığına dikkat çeken sözcü, 1960 yılı sonrasında Yunanistan’ın Almanya’dan ikili anlaşmalar ve AB çerçevesinde yaklaşık 32 milyar Alman Markı yardım aldığını kaydetti. Alman Dışişleri Bakanlığı sözcüsü birbiriyle ilgisi olmayan konuların nesnel bir çerçevede ilişki kurulmamaya çalışılmaması uyarısında bulundu.[16]
 
Yunanıstan’ın Krizden Kurtulma Acil Önlem Planı
 
Yunanistan’da PASOK Hükümeti, krizden çıkış için bir dizi önlemler almayı planladı. Bu önlemler içerisinde ilk düşünülenleri şöyleydi:

    * KİT yöneticilerinin maaşlarının yüzde 50 indirilerek, yönetim kurulu üyelerinin sayısının azaltılması,
    * Devlet memurları maaşlarında tavanın 2000 Avroyla sınırlanması,
    * Sosyal güvenlik ve askeri harcamalarda yüzde 10 kesinti yapılması,.
    * Yunan Turizm Teşkilatı’nın yurtdışı bürolarının 1/3’nün kapatılması,
    * Gayrimenkullerden alınan vergiler artırılması,
    * Polis teşkilatında vergi kaçakçılığıyla mücadele için özel tim oluşturulması,
    * Limanların özelleştirilmesine hız verilmesi.[17]
 
Daha sonra yukarıdakilere ilaveten şu önlemlerğn de alınması kararı alındı:

    * Kamu çalışanlarının maaşlarından kesinti yapılması,
    * KDV oranlarının artırılması (Yüzde 4.5, yüzde 5’e, yüzde 9, yüzde 10’a, yüzde 19 olan KDV’nin yüzde 21’e yükseltilmesi),
    * Ödeneklerde yüzde 12 kesinti yapılması,
    * Emekli maaşlarının 2010 yılı süresince dondurulması,
    * Akaryakıt fiyatlarının 3 ila 8 cent arasında yükseltilmesi.

Yunanistan’daki kemer sıkma politikasıyla başbakan, bakanlar ve milletvekilleri de dahil olmak üzere, yüksek ücret alan memurların maaşları donduruldu. Emekliye ayrılan her 5 kamu personeline karşılık bir kişinin işe alınması, 12 bin Avronun üzerindeki kazançlardan yüzde 18 ile 40 arasında vergi getirilmesi, kilise varlıklarının dahi vergilendirilmesi öngörüldü.
 
Yukarıda ayrıntıları verilen önlemlerle Yunanistan’da  4.8 milyar Avroluk tasarrufu öngören bir acil önlem paketini açıklayan Başbakan Papandreou, “Bu sert önlemlerden sonra da destek vermezseniz IMF’ye başvuracağız” şeklinde adeta AB’ye rest çekti. Ancak, bu önlem paketi “siesta” ve “az çalışarak” çok kazanmaya alışan Yunan halkının bir kısmını kızdırdı. Yaklaşık 500 emekliden oluşan bir grup Maliye Bakanlığı binasına yürüyerek yeni önlem paketini protesto etti. Atina’da taksi şoförleri de greve başladı. Bunlara rağmen kamuoyu yoklamalarından halkın çoğunluğun kemer sıkma politikalarına destek verdiği ileri sürüldü.[18]
 
Yunanistan, yukarıda belirtilen acil önlem planı için hazırlıklarını yaparken, Başbakan Papandreou’nun Berlin ziyaretinden bir gün önce Alman Bild gazetesinde “Yunanlılar, adalarınızı satın” başlığıyla bir haber yer aldı. Bu habere göre, hükümet ortağı FDP’li milletvekili ve partinin maliye uzmanı Frank Schaeffler, Almanya Şansölyesi Merkel’in Yunanistan’a yardım vaadinde bulunmamasını, aksi halde hukuka aykırı hareket etmiş olacağı uyarısında bulundu.[19]
 
Yunanistan Ekonomik Krizi’nin Türkiye’ye Etkileri
 
Komşudaki ekonomik krizin Türkiye’ye etkilerini, doğrudan ikili ilişkiler üzerinden değil, Türkiye-AB ilişkileri açısından görmekte yarar vardır. Türkiye’nin 10-11 Aralık 1999’da önemli bir aşama kat eden AB üyelik serüveni, bu tarih üzerinden 10 yılı aşan bir süreç geçmesine, Üyelik süreciyle ilgili fasılların açılmasıyla ilgili 2004 Sonbaharı üzerinden 6’yı aşan yıl geçmesine rağmen, henüz 33 fasıldan 12’si açılabilmiştir. Türkiye’nin önüne konan engellerden en önemlileri arasında demokratikleşme ve AB’nin kapasitesini aşan büyük nüfusu gösterilmekle birlikte, farklı kültür, farklı din, sınırlarının doğusu-güneyindeki sorunlu coğrafyalar, bazı dış sorunları (Kıbrıs, Ermenistan’la ilişkiler, vb.) bahane edilmektedir.
 
Bu ana bahaneler içerisinde özellikle nüfusun büyüklüğü ve bu büyüklüğe göre AB bütçesinden kaynak artırımı, AB ülkelerindeki Türkiye karşıtlarının kullandığı en etkili silahlardan biridir. Hele de dünya ekonomik krizinin Avrupa’daki olumsuzlukları dikkate alındığında, Türkiye konusunda bazen “vicdan muhasebesi” bile yapmayı unutan AB, kendi canının derdiyle boğuşmakta, bu hengame içerisinde Türkiye’nin üyeliğini ajandasındaki önceliklere koymamaktadır.
 
Yukarıda AB ülkelerinden sadece Yunanistan’ın ekonomik krizine yer verildi. Aslında AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’nun Şubat 2010’un ilk yarısında Brüksel’de AB liderlerine yaptığı sunumda belirtmiş olduğu gibi, 2009’da Avrupa’da kaydedilen yüzde 4’lük küçülme,  1930’lardan itibaren yaşanan kötü ekonomik performanstır. Sanayi üretiminde yüzde 20’ye ulaşan gerileme ile 1990’lı yıllardaki seviyeye dönülmüştür. Krizin kalıcı etkisiyle Avrupa’nın büyüme potansiyeli de yarı yarıya azalmnıştır. Barroso’nun aktardığı bilgilere göre AB’de son 20 ayda 7 milyon kişi işini kaybetmiştir. Gençler arasında işsizlik oranı yüzde 21’i aşmış ve 2010 içerisinde de yüzde 10.3’e ulaşması beklenmektedir.
 
Ekonomik krizde mali yapısı bozulan AB’nin 20 yılda biriktirdiğini 2 yılda erittiğini, AB’de borçluluk oranlarının (kamu borçlarının gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı) yüzde 80’i aştığını söyleyen Barroso, sözlerini “AB ekonomisine üye ülkeler arasında vergi ve diğer engellerinin kaldırılması 94 milyar Avro, bürokrasinin 4’te bir azaltılması 75 milyar Avro, hizmet sektörünün serbestleştirilmesi 63 milyar Avro ve elektrik piyasasında üreticilerle dağıtıcıların ayrıştırılması 50 milyar Avro katkıda bulunacak!” şeklinde sürdürdü.[20]
 
Barroso’nun ifadelerine göre AB, yakın gelecekte toplam 282 milyar Avro daha bulup bu yeni sorunlar için harcamak mecburiyetindedir. Ekonomik kriz sebebiyle son 20 yıllık gelişmesi iki yıl içerisinde yok olan AB, acaba yeni bir mali yükün altına girerek Türkiye için istekli hareket edebilir mi?
 
Sonuç
 
Dünya finans ve ekonomik krizinin AB’de birçok ülkede derin ekonomiyle sınırlı kalmadığı, bunu siyasi krizlerin ve sosyal patlamaların izlediği görülmektedir. Yunanistan’da, uzun yıllar AB yardımıyla sürdürülen “siesta”nın sonuna gelindi, yani “Deniz bitti!” Yeni PASOK iktidarı tam anlamıyla bir “enkaz” devraldığını anladı. Ekonomik krizden çıkış yolları arayan Yunanistan, bir dizi acil önlem planlarına başvurmasına rağmen, dışarıdan destek almadan ekonomiyi çeviremeyeceğini de bilmektedir. IMF’ten gelebilecek yardıma karşı AB engel olmak istemektedir. Zira böylesi bir durum iki yönden AB’yi olumsuz etkilemektedir: (1) IMF’nin mali reçeteleri AB’nin “kural”laşan aynı konudaki reçeteleri ile çelişebilmektedir. (2) Dünyanın sayılı ekonomik ve siyasi gücü gibi duran AB, IMF yardımıyla prestij kaybetmiş olacaktır.
 
Öte yandan, başta Almanya olmak üzere, Yunanistan’ın bu krizden çıkmak için bazı “bedeller” ödemesi gerektiğine de inanmaktadır. Çünkü, 2004-2009 döneminde Yunanistan’daki mali sektörün verileri üzerinde manipilasyon (makyajlama) yapıldığı yönünde ciddi kuşkular mevcuttur. Bir taraftan Yunanistan’ın yaptıklarının yanına kar kalmaması için hareket edilirken, öte yandan da Yunanistan’daki yangının “zincir” etkisiyle AB’yi ve dünyayı etkilememesi için de endişe edilmekte, hasarı en az kayıpla atlatmanın yolları aranmaktadır.
 
Yunanistan’a ilaveten Portekiz, İrlanda ve İspanya gibi ülkelerdeki Gayrı Safi Yurtiçi hasılaya göre yükselen borç oranları dikkate alındığında ve AB’nin son iki yılda geçen 20 yıllık gelşmeyi sıfırladığının ifade edildiği bir ortamda, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda “acüllük” yapabilecek bir AB ülkesinin de ortada görünebileceği pek olası değildir. Yani Türkiye, AB eşiğinde beklemeyi sürdürecek gibi gözükmektedir.
 
Ekonomik kriz belki de Yunanistan’a ada bile sattırabilecektir. Ancak, bugün borcu artınca hala İkinci dünya Harbi’ndeki tazminatı Almanya’ya hatırlatan Yunanistan, yarın da Türkiye’yi Ege’deki deniz sahalarının paylaşımı konusunda sıkıştırabilecektir. Aksi takdirde, elindeki en etkili kozlardan “AB kartını” kullanmakla tehdit edebilecektir.

[1] Celalettin Yavuz, “Ekonomik Krizin Dünyada ve Türkiye’de Güvenlik Politikasına Etkileri”, TÜRKSAM web sayfası, 27.02.2009.
[2] Taki Berberakis, “Yorgo Enkaz Devraldı”, Milliyet, 6.10.2009.
[3] “Yunan lider Papandreu: Ekonomik Kriz Egemenliği Tehdit Ediyor”, 10.12.2009, http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/newsbriefs/setimes/newsbriefs/2009/12/10/nb-02
[4] “Yunanistan’da Ekonomik Kriz”, 12.02.2010, http://www.trt.net.tr/haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=46eaf58f-c174-45eb-813c-3f20f12f90e8
 
[5] “Yunanistan’daki Ekonomik Kriz AB’de Moralleri Bozdu”, 19.2.2010, http://www.abhaber.com/haber.php?id=29107
[6] “Regierung widerspricht Gerücht um deutsches Rettungspaket”, agy.
[7] “Wie schlecht steht es um Athens Haushalt?”, 28.02.2010, http://www.spiegel.de/wirtschaft/unternehmen/0,1518,680129,00.html
[8] “Wer könnte noch aushelfen?”, 28.02.2010, http://www.spiegel.de/wirtschaft/unternehmen/0,1518,680129,00.html
[9] “Gibt es Ausnahmeregeln?”, Gibt es Ausnahmeregeln?
[10] Güngör Uras, “Yunanistan’ın Arkasında ‘Kapı Gibi’ AB Var”, Milliyet, 17.12.2009.
[11] “Regierung widerspricht Gerücht um deutsches Rettungspaket”, 27.02.2010, http://www.spiegel.de/wirtschaft/soziales/0,1518,680724,00.html
[12] “Entschädigungsstreit belastet deutsch-griechisches Verhältnis”, 28.02.2010, http://derstandard.at/1267131881196/Entschaedigungsstreit-belastet-deutsch-griechisches-Verhaeltnis
[13] “Entschädigungsstreit belastet deutsch-griechisches Verhältnis”, agy.
[14] Yorgo Kırbaki, “Yunanistan’da Maliye Bakanı’nın eşi ‘Zor geçiniyoruz’ diye yakındı”, 26.02.2010, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=982426&Date=27.02.2010&CategoryID=101
[15] “Almanya ile Yunanistan Medya Savaşı”, 03.03.2010, http://www.gazete5.com/
[16] “Almanya ile Yunanistan Medya Savaşı”, agy.
[17] 16.12.2009, “Yunanistan ekonomisi çatırdadı”, 16.12.2009.
[18] Taki Berberakis, “Komşu Yüzünü IMF’ye Dönüyor”, Milliyet, 04.03.2010.
[19] “Almanya’dan Yunanistan’a: Adalarını Sat!”, 04.03.2010, http://www.cnnturk.com/2010/dunya/03/04/almanyadan.yunanistana.adalari.sat/566230.0/index.html
[20] Kriz AB’nin 20 Yıllık Birikimini 2 Yılda Yedi”, Milliyet, 15.02.2010.

 

Doç. Dr. Celalettin Yavuz
TÜRKSAM Başkan Yardımcısı

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ