Türk-Yunan “Stratejik İşbirliği” Toplantısı: Dağ Fare Bile Doğuramadı!
Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın 14-15 Mayıs 2010 tarihlerinde Atina’ya, adeta bir “Türk çıkarması” yapacağı, geçen haftanın en baskın haberi ve manşetlerin gözdesiydi. Bu “çıkarma” en üst düzeyde ve Başbakan R.T. Erdoğan’ın başkanlığında 10 bakan ve 100 işadamı ile birlikte Atina’da gerçekleşti.
‘Üst Düzey Stratejik İşbirliği Toplantısı’ndan Neler Bekleniyordu?
Başbakan Erdoğan’ın Yunanistan ziyareti öncesinde şu hususlardaki beklentiler ön plana çıktı: (i) Yunanistan’la “stratejik işbirliği” yapılarak, iki taraf da “kazan kazan” (win win) dedikleri gibi, kazanacaklardı. (ii) Taraflar bundan böyle birbirine karşı silahlanmayacak, silahlanma sebebiyle iki ülke ekonomisine binen yük azalacaktı. (iii) Türk-Yunan sorunları çözülecekti. Çünkü artık iki “akil” devlet adamı bu işi çözebilecek siyasi kararlılığa ve iradeye sahipti!
Başbakan Erdoğan ve “Sevgili Dostum Yorgo!” diye hitap ettiği, Yunanistan’ın Başbakanı Yorgo Papandreou, 14 Mayıs’ta bir araya geldiler. Papandreou, Yunanistan’ın silahlanma sebebinin “Türkiye’nin gün gelip Yunan adalarından birini, ya da fazlasını alabileceği” korkusundan kaynaklandığını açık yüreklilikle dile getirdi. Yani, “Yunanistan, Türkiye’nin askeri gücünün Yunan adalarını işgal edeceği endişesiyle silahlanmaya büyük pay ayırmaktadır!” demek istedi. Dilinin ucuna kadar geldiği halde nezaketen, ya da “diplomasinin kuralı” gereği söyleyemediği, “Türkiye öyle silahlanıyor ki, biz de adalarımızı kaybetmeyelim diye mecburen silahlanıyoruz. Çünkü Yunanistan için en önemli tehdit Türkiye’dir!” ifadesiydi…
Aslında Pandreo’nun “Türk tehdidi” gerekçesi yeni sayılmaz. Yorgo’nun babası, Yunanistan’ın eski başbakanlarından ve “iflah olmaz bir Türk düşmanı” gibi resim veren baba Andreas Papandreou’nun, “Yunanistan’a tehdit doğudan gelmektedir!” şeklinde açıkça bunu defalarca ifade etmişti.
Yunan Başbakanı Papandreou ayrıca, “Türk uçaklarının Yunan adalarının üzerinden uçtuğunu!” söyledi. Bunun doğru olup olmadığından habersiz olabilecek bir görüntü veren sayın başbakan Erdoğan da “Sevgili Dostu Yorgo’ya dönüp, “Ama siz de Ege’de uçaklarınızı silah yükü ile uçurmayın!” dedi. Aslında Erdoğan bu ifadesinde haklıydı, ancak ifadesi ne yazık ki Papandreou’nun iddiasının karşılığı değildi. Çünkü Türk savaş uçakları, Papandreou’nun ileri sürdüğü gibi Yunan adalarının üzerinden değil, 1996 Kardak Krizi ile ortaya çıkan, “Ege’deki Egemenliği Tartışmalı Ada, Adacık ve Kayalıklar” üzerinden uçmaktadır. Çünkü bu adacık ve kayalıkların henüz hangi ülkeye ait olduğu konusu tartışmalıdır. Ne yazık ki, Sayın Başbakan bunun cevabını verememiş görünmektedir.
Yunan istihbaratçılarının da bildiği gibi, Türkiye’nin savunma harcamaları, uzun bir süredir PKK terörüyle mücadelesine rağmen, bütçenin paylaşımında öncelikli sırada yer almamaktadır. Aşırı silahlanma, bir bakıma Yunanistan’ın kendi tercihidir.
Peki, Ege sorunlarının (kıta sahanlığı, karasuları, hava sahası, FIR hattı, egemenliği tartışmalı ada-kayalıklar, deniz yan hududu, Lozan hilafına Anadolu’ya yakın adaların silahlandırılması) çözümü konusunda bir ilerleme var mı? Hayır! Zira Yunanistan, sadece kıta sahanlığını bir sorun olarak kabul etmekte, diğer “Ege Sorunları”nı kabul etmeyerek, bu konuları kendi “egemenlik hakları” gibi gördüklerini iddiayla, hiçbir zeminde dikkate bile almak istememektedirler. Son olarak bu “Türk-Yunan Üst Düzeyde Stratejik İşbirliği Konseyi” toplantısında da Yunanistan’ın kesin tavrı bu yöndeydi.
Yunanistan’ın 1994’ten beri “Ermeni soykırımı”nı tanıma, kendi icat ettiği ve her yıl andığı, kanun çıkarttığı “Pontus Rumları Soykırımını Anma Günü”, “Küçük Asya Rumları Soykırımını Anma Günü” gibi bizce “saçmalık” olan günleri kaldırdı mı? Hayır!
Ama Türkiye, Patrikhane ve “Ruhban Okulu Yüksek Teoloji Okulu” konusunda “tatmin edici” çalışmalar yapmakta imiş. Öte yandan Batı Trakya’daki Türk azınlığı için uluslararası anlaşma gereği, Türklerin kendi müftülerini seçme hakkı konusunda “Evet!” denildi mi? Hayır!
‘Türk-Yunan Üst Düzey Stratejik İşbirliği Toplantısı’ndan Akılda Kalanlar
Allanıp pullanan “stratejik İşbirliği” toplantısı neler getirdi? diye sorulacak olsa, doğrusu bu görkemli ziyaret ve görüşme atmosferine rağmen, dişe dokunur bir şey bulabilmekte güçlük çekilmektedir.
En çok merak edilen konulardan biri, ekonomik kriz yaşayan Yunanistan’da, bu kez Türk işadamlarının bir Yunan bankası satın alıp alamayacağı idi. Hiçbir şekilde bu konuda bilgi sızmadığına göre, böylesi bir gelişme olmadığını söyleyebilmek mümkündür. Oysa onlar bizden vaktiyle bir bankayı satın aldılar ve bol sıfırlı karlarını ülkelerine taşımayı sürdürüyorlar.
Peki, bu “stratejik işbirliği” toplantısından ne elde edildi? (i) Yeşil pasaportlara vize muafiyeti. Bunun anlamı, artık yeşil pasaportlu Türkler Yunan adalarında turistik seyahat edebilirler demektir. Avrupa için önemli değil, çünkü uçakla AB ülkelerine gidildiğinde yeşil pasaportlar için zaten vize mecburiyeti yoktur. (AB’de Türk yeşil pasaportlarına sadece iki komşu ülke Yunanistan-Bulgaristan ile İngiltere vize uygulamaktadır.)
Vizeyle bağlantılı olarak, Türk kıyılarına yakın Yunan adalarına günü birlik vizenin de “AB’nin onayı alındıktan sonra” uygulanabileceği ifade edildi. Başbakan Erdoğan basın önünde, bunun iki günlük olması üzerinde ısrarcılığını sürdürdü. Ancak, henüz sorun çözülebilmiş değil. Zaten bu sebeple de Türkiye’den günü birlik turistlerin Yunan adalarına akın etmesiyle kazançlı çıkan taraf Yunanistan olacaktır. Çünkü Türkiye Yunan vatandaşlarına zaten vize uygulamamaktadır.
(ii) Ulaştırma, haberleşme, enerji, mülteci kaçakçılığı ile mücadele gibi alanlarda işbirliği yapılacakmış. Bu alanlardaki işbirliği hem ikili ilişkiler, hem AB projeleri, hem de uluslararası firmalarla ortaklıklar sebebiyle (doğalgazda Rus, Türk, Yunan ve İtalyan şirketlerinin ortaklığı gibi) yapıldığından, ilave bir “stratejik işbirliği”ni gerektirecek yeni koşullar mevcut değildir. Acaba, “Yunanistan bizi AB konusunda desteklesin” diye mi yapıldı bu pek stratejik görüşmeler? Bu durumda da, “Madem öyle, Yunanistan neden bu güne kadar yeşil pasaportumuza vize uyguluyordu?” şeklinde bir soru gelmektedir akla.
2000 yılında Türkiye’nin inisiyatifi ile getirilen Türk-Yunan Güven Artırıcı Önlemler paketine ilaveten, önemli bir gelişme var mıdır? Hayır!
Peki, ne için gidildi, ne yapıldı? Aslında Yunan muhalefeti ve hatta hükümet yanlısı bazı Yunan basının da yorumladığı gibi, “üst düzey stratejik işbirliği konseyi” görüşmelerinde sadece “havanda su mu dövüldü?” Yani, “sıfıra sıfır, elde var sıfır!” gibi bir sonuç mu aldık! Yoksa Yorgo’ya lafla, “Komşu, merak etme, biz senin yanındayız!” deme ihtiyacı için mi Atina’ya “üst düzeyde stratejik bir gezi” gerçekleştirildi?
Ya da, sadece, iki ülke arasındaki güven bunalımını biraz daha ortadan kaldırmak için mi yapıldı tüm bunlar? PKK elebaşının yakalandığı 11 yılı aşkın bir süredir Ege’de hiçbir gerilim yaşanmamaktadır. FIR hattı, Ege’de aidiyeti tartışmalı adalar ve Yunanistan’ın anlaşılmaz “Hava Sahası” uygulaması sebebiyle Türk-Yunan savaş uçakları arasında çıkan “it dalaşı” gerilim yaratacak kadar kamuoylarını olumsuz etkilememektedir. Kaldı ki, it dalaşına da Yunan uçakları başvurmaktadır. Çünkü Türk savaş uçaklarının her FIR hattından Ege’ye çıkışında, Yunan adalarının Uluslararası Deniz Hukuku’na göre karasuları genişliği kadar olması gereken hava sahasından farklı uyguladığı 10 millik hava sahasına (normalde 6 mil olması gerekir) girdiğinde, ya da henüz hangi devlete ait olduğu ortada bulunan iskansız adacıklar üzerinden uçulduğunda, Yunan savaş uçakları Türk uçaklarını önlemeye çalışmakta, bu önleme bazen “it dalaşı”na dönüşmektedir.
Sonuç
Başbakan R. Tayyip Erdoğan, 10 bakan ve 100 işadamının Atina’ya yaptığı 14-15 Mayıs 2010 tarihli “Türk çıkarması”nın, iki ülke arasındaki güven bunalımın (bu daha çok Yunanistan için geçerli) hafifletme açısından işe yaradığını söylemek mümkündür. Bunun dışında “Stratejik” tabirinin farklı ve oldukça “zayıflatılmış” anlamıyla bir toplantı yapıldığı da bir gerçektir. Görüşmeler sonunda dişe dokunur ve somut bir gelişme kaydedildiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Sadece “Dağ fare bile doğurmadı!” denilebilmektedir.
AB üyeliği konusunda Yunanistan’dan destek beklemek, “hiç olmamasından daha iyi olmakla” birlikte, Yunanistan’ın ne bir Fransa, ne de Almanya, hatta İtalya olmadığını, AB’de karar mekanizmalarını değiştirebilecek ağırlıkta bir ülke olmadığını da bilmekte yarar vardır. Hele de 112 milyar avroluk borç yükünü AB’nin “kızgın” ülkelerine devretmiş iken…
Son söz: Son aylarda artış gösteren, her ülkeyle ilişkileri “stratejik” boyuta taşımak gibi abartıların da “fazla” kaçtığını söylemekte yarar vardır. Aksi halde “stratejik işbirliği”, “stratejik” anlamından çok, “sıradan” kelimesi gibi özdeşleşecektir. Biraz da tevazu lütfen!
Doç. Dr. Celalettin Yavuz
TÜRKSAM Başkan Yardımcısı