Ege’de Zeytin Dalı’ndan ‘Stratejik İşbirliği’ne
Başbakan R. Tayyip Erdoğan, gecikmiş Yunanistan ziyaretini 14-15 Mayıs 2010 tarihlerinde gerçekleştiriyor. Bu ziyaret aslında Haziran 2009 içerisinde yapılacaktı. 19.6.2009 günü Başbakan R, Tayyip Erdoğan, Edirne’de yenilenen Kapıkule ile Hamzabey gümrük kapılarının açılışını yaptıktan sonra yakınlarına kadar geldiği Yunanistan’a bir ziyaret gerçekleştirecekti. Zira Yunanistan’da, dönemin Yeni Demokrasi Partisi iktidarının Başbakanı Kostas Karamanlis, Mavi Akım doğalgaz hattının açılışı nedeniyle kısa bir önce Türkiye’yi ziyaret etmişti. İlk Yunanistan ziyaretinin ardından 5 yıla yakın bir süre geçen Başbakan Erdoğan da, “iadei ziyaret” sebebiyle 20 Haziran 2009’da Yunanistan’ı ziyaret edecekti. Ancak, bu ziyaret gerçekleşmedi. Muhtemelen o dönemde Yunan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyannis’in Ege ile ilgili söyledikleri, ya da Yunanistan’da bir süre sonra başlayacak erken seçim süreci sebebiyle Yunan tarafının isteği ile bu ziyaret “dondurulmuş”tu.
Daha sonra Yunanistan’da 4 Ekim 2009 genel seçimleri yapıldı ve sonuçta Panhellenik Sosyalist Partisi (PASOK) iktidar olurken, genel başkanı Yorgo Papandreou da başbakanlığı devraldı. Parti başkanlığından istifa eden Karamanlis’in ise epeydir adı bile duyulmamaktadır.
Papandreou, ilk dış ziyaretlerinden birini “Dışişleri Bakanı” sıfatıyla İstanbul’daki “Balkan Ülkeleri Dışişleri Bakanları Toplantısı”na katılarak gerçekleştirdi.
İktidar olduğu günden itibaren ekonomik krizin dramatik halini çözmeye çalışan Papandreou, Yunanistan’ın bu krizini Avrupa ve dünya sahnesine taşımayı bildi. Şubat 2010 ayından itibaren Avrupa Birliği (AB)’nde en çok tartışılan konu kuşkusuz Yunanistan’ın ekonomik krizinin nasıl çözüleceği idi. Zira bu kriz, Avro bölgesine ait Yunanistan’ın IMF’den doğrudan kredi almasına engeldi. Daha doğrusu IMF’nin acı reçetesini uygulayabilmesi için para birimine “devalüasyon” yapması gerekliydi, ancak para birimi Avro idi ve ayrıca 15 ülke daha aynı para birimini kullanmaktaydı.
Diğer ülkeler çekimser kaldıkça ve Almanya gibi bazı ülkeler “Yunanistan yaptığının cezasını çeksin, burnu biraz sürtülsün!” dedikçe, kendilerinin de burnu sürtülmeye başladı. Çünkü Avro süratle değer kaybediyordu. Sonunda hem Yunanistan’a 112 milyar Avroluk yardım paketi, hem de tüm AB Avro bölgesi için 750 milyar Avroluk bir “rezerv” yardım paketi üzerinde anlaşma sağlandı. Avro pek düzelmedi ama, Yorgo epeyce rahatladı…
“Üst Düzeyde Stratejik İşbirliği”ne Odaklanan Türk Dış Politikası
Türkiye, son yıllarda adeta “önüne gelen” ülke ile “stratejik” işbirliği, ya da “stratejik ortaklık” yapıyor. Bu bağlamda 2009 yılı içerisinde Suriye, Irak ve İran vardı. Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın Kasım 20009 Libya ziyareti sırasında da taraflar, “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi” kurulmasına karar verdiler.
Bu arada Arap ülkeleri ve İran gibi İsrail’le sorun yaşayan ülkelerle “stratejik işbirliği” kuruldukça, bir zamanların “stratejik ortağı” İsrail’le de “stratejik ayrışma” yaşandığı görüntüsü seçilebiliyor.
Türkiye 2010 yılı içerisinde de kendisine “stratejik ortak” bulmakta ve “Stratejik işbirliği” yapacak ülke arayışını sürdürdü. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Rusya Devlet Başkanı Dimitry Medvedev’in Türkiye ziyaretinden bir gün önce, “ABD bizim stratejik ortağımızı” diyerek, bir bakıma 12 Mayıs 2010 tarihinde Rusya ile imzalanan “stratejik işbirliği” anlaşmaları için ABD’nin gönlünü almak ister gibi hissedildi. Bu arada ABD ile Türkiye arasındaki “stratejik ortaklık”ın ne anlama geldiğini Türk kamuoyu çok iyi öğrendi. Bunun anlamı; eğer ABD’nin istediği yapılmazsa, 2003 Irak Müdahalesi ve 1 Mart 2003 Tezkeresi sonrasında görüldüğü gibi, Türkiye’nin (askerin) başına çuval geçirmek esastır!
Ocak 2010 başlarında da Brezilya ile bir “stratejik işbirliği” girişiminden ifadeyle, bizzat Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kendisi, Türkiye ile Brezilya arasında bir stratejik işbirliği eylem planı oluşturulması üzerinde anlaştıklarını söylemişti. Mart 2010 başlarında da Bulgaristan’la “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi” kurulması teklifi yapıldığı duyulmuştu. Şimdi de Yunanistan’la “Üst Düzeyde Stratejik İşbirliği” sırada. Acaba bu kadar üst düzeyde ve “stratejik” ifadesine uygun büyük çapta işbirliğini hangi üst düzey devlet adamları ile yapacağız, bu kadar ülkeyle bu üst düzey stratejik işbirliğini yapmak için zaman bulabilirsek, yurt içinde kimler ülkenin iç meselelerine de eğilebilecek?
Dileriz her ikisine de zaman, zemin ve üst düzeyde, üstelik de “stratejik” çapta ilgilenme imkanı bulunur. Aksi takdirde, son zamanlarda eski hariciyecilerin deyimiyle “Sayın Dışişleri Bakanı ‘stratejik’ ifadesini çok seviyor. Onun için her faaliyeti bir ‘stratejik’ ve ‘üst düzey’le nitelemeyi seviyor. Zaten ünlü kitabında da bu ifade vardı!” sözüne inananlar artmaya başlayacak!
Yunanistan’la “Üst Düzeyde Stratejik İşbirliği” Alanları Neler Olabilir?
Herhalde “üt düzey”den kasıt, başbakanlar arası işbirliğidir. Peki Türkiye ile Yunanistan başbakanları hangi konuda “stratejik işbirliği” yapabilir? Aslında Ege’nin iki yakasındaki bu iki “Akdeniz” ülkesinin insanları, aralarındaki sorunları bir an için yok saysalar, işbirliği alanları bitecek gibi değil. En azından Anadolu’ya yakın Yunan adalarındaki insanlar ve bu adalara yakın Türk sahillerindeki insanlar turizm ve “sınır ticareti” ile bile ihya olabilirler.
Peki, iki ülkenin “yok sayalım” dediğimiz sorunları nelerdir? Gerçekten “yok sayacak” kadar önemsiz midir? Bugün Türk-Yunan Sorunları denildiğinde şu ana başlıklar altında görmek mümkündür:
1. Ege sorunları
- Kıta sahanlığı sorunları
- Karasuları sorunu
- Hava sahası sorunları
- Uçuş Malumat Bölgesi (FIR) hattı sorunu
- Ege’de Arama-Kurtarma Sorumluluğu ve NATO bağlamında Komuta sorunu
- Anadolu’ya yakın Yunan adalarının Lozan barış Anlaşması hilafına silahlandırılması
- Ocak 1996’da “Kardak Krizi” ile ortaya çıkan Ege’deki egemenliği tartışmalı adacık-kayalıklar sorunu.
2. Batı Trakya Türklerine uygulanan baskı ve haklarının ellerinden hukuk dışı uygulamalarla gasp edilmesi.
3. Kıbrıs Sorunu.
4. Kıbrıs sorununun 2004’ten itibaren su yüzüne çıkardığı “Doğu Akdeniz deniz sahalarının paylaşımı” sorunu.
5. 1990’lı yıllarda Yunanistan’ın sessizce başlatıp doğrudan dillendirdiği, sözde “Pontus Rumları soykırımı” meselesi.
6. Benzer şekilde Türk kamuoyunun pek üzerinde durmadığı, ancak Yunanistan’ın ısrarla savunduğu, İstiklal Harbi sırasında sözde “Küçük Asya Rumları soykırımı” meselesi.
7. İstanbul’daki Rum-Ortodoks Patrikhanesi ve “Ruhban Okulu”nun “Yüksek Teoloji” bölümü meselesi.
Yukarıdakilerin haricinde geçmişte ortaya çıktıktan sonra, Türkiye’nin iyi niyet gösterisiyle gündemden düşürülen iki önemli çatışma alanı daha mevcuttu. Bunlar da şöyledir:
8. Yunanistan’ın 1993’te Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRY) ile birlikte Türkiye’ye karşı oluşturduğu “Ortak Savunma Stratejisi”. Bu oluşuma daha sonra Suriye, Ermenistan ve hatta İran dahi katılmışlardı.
9. PKK terör örgütüne GKRY’de ve Yunanistan’da verilen destek. Yunanistan’da Lavrion adlı, PKK eğitim kampı mevcuttu. PKK elebaşısı bile Kenya’da GKRY pasaportu ile ve Yunan Büyükelçiliği’nden çıktıktan sonra yakalanmıştı. PKK elebaşısı yakalandıktan sonraki soruşturmada Yunanistan’ın PKK’ya desteklerinin boyutunu açıklamıştır.
Yunanistan, yukarıdakilerden, sadece Ege sorunlarından “kıta sahanlığı” sorununu kabul ettiğini, ancak diğerlerini kabul etmediğini söylemektedir.
Türkiye’nin inisiyatifiyle 2000 yılı başlarında Ege’den kaynaklanan Türk-Yunan sorunlarına çözüm yolu bulabilmek maksadıyla “Güven Artırıcı Önlemler Paketi” hazırlandı. Başlangıçta 9 maddeyi kapsayan bu açılım, daha sonra Yunanistan’ın ilave ve çıkarılmasına istedikleri ile değişti. O dönemde “açılım” adı verilmeyen, yeni moda ile “Ege” ya da “Yunanistan” açılımı, sonucu iki ülke dışişleri bakanlıklarının müsteşarlıkları seviyesinde “İstikşafi Görüşmeler” adıyla görüşmeler sürdürülmeye başlandı. İçinde değişik konular olmakla birlikte, özü ana sorunlar çözülünceye kadar Ege’deki gerilimi azaltmaya dayanıyordu. Bu açılım, her ne kadar iki ülkenin Ege’deki sorunlarını ne 2004 sonuna kadar, ne de gelinen güne kadar çözmeye imkan vermediyse de, gene de başka bir alanda büyük ölçüde meyve verdi. Zira 2000 yılından itibaren neredeyse iki ülke arasında gerilim yaşanmadı. Öyle ki, 1970’li, 1980’li ve 1990’lı yılları yaşayanların sürekli karşılaşmış olduğu Türk-Yunan gerginliğini, 2000 yılı başından itibaren dünyaya bakanlar yaşamadılar. Yaşamadıkları için de, kendilerine bu gerilim olayları anlatıldığında anlamakta güçlük çekmektedirler.
Yunanistan’la işbirliği alanları ulaştırma, boru hatları, deniz taşımacılığı, ortak rafineri kurma, turizm gibi alanlarda yapılabilir. Bu arada Türkiye’deki bir bankayı bir zamanlar Yunan işadamlarının satın aldığı düşünülürse, şimdi ekonomik krizdeki Yunan bankaları da Türk işadamları tarafından satın alınabilir. Balkanlardaki istikrar için Türk-Yunan ilişkilerinin iyi seyretmesi önemlidir. Balkanlardaki Müslüman toplumlarla, Ortodoks toplumlar-milletler arasındaki sorunların giderilmesinde iki ülke işbirliğinin önemi büyüktür.
Balkan ülkelerindeki iletişim, bankacılık, ulaştırma, alt yapı inşalarında ortaklık kurulabilir. Çiftlik balıkçılığı, ortak üniversite diğer ilgi alanları olabilir. Veya iki ülkenin birer üniversitesi arasında “Balkan Enstitüsü” kurulabilir. Balkanlardaki toplumlar arasındaki husumeti sonlandıracak, insanları birbirlerine yakınlaştıracak, karşılıklı silahlanmayı sona erdirecek yola doğru bir gidiş, karşılıklı güven ortamı artırılabilir.
Bilindiği üzere Yunanistan, AB ülkeleri içerisinde ve Balkanlarda, fert başına gelir ve GSMH açısından silahlanmaya en büyük payı ayıran ülkedir. Son 10 yıldır pek dile getirilmese de, biliniyor ki Yunanistan için tek ve önemli tehdit, bir zamanlar “Baba Papandreou” (Andreas)’nun da sıkça söylediği gibi “Doğu’dan gelen tehdit”, yani Türkiye’dir. Silahlanmaya aşırı kaynak aktarmanın ardında yatan sebepler de yukarıda sadece satır başları ile belirtilen “Türk-Yunan sorunları”dır.
Başbakan Papandreou, Şubat 2010 ayı içerisinde, ekonomik kriz sebebiyle “milli egemenliğin dahi tehlikeye girebileceğini” söyledi. Acaba Papandreou bu sözü ile kime karşı egemenliğin yitirileceğini kastetti? Türkiye’ye karşı mı? Oysa dünya alem biliyor ki, Türkiye ille de Yunanistan’a karşı silahlanmıyor. Türkiye bölgesel bir güç ve bölgesel güç olarak, milli menfaatlerinden ödün vermek istemeyen, buna karşılık da hakkaniyet çerçevesinde hakkını arayan bir devlettir.
İki başbakan arasındaki “stratejik” görüşmelerde en çok merak edilen de iki ülkenin silahlanmaya ayırdığı payı azaltmakmış! Türkiye bunu birkaç kez yaptı. Zira Türkiye’nin yakın tarihlerinde üç önemli ekonomik kriz (1994, 2001 ve son olarak 2008-2009) yaşandı. Tüm bu krizler sırasında ve sonrasında Türkiye, savunma harcamalarını iyice azalttı. Bir zamanlar bütçedeki Milli Savunma Bakanlığı payı “aslan payı” olarak en üstte yer alırken, yıllardır bu yerini koruyamamaktadır. Aslında Irak’taki müdahale olmamış olsaydı, keza PKK terör sorunu çözülmüş olsaydı, bugün savunma harcamaları çok daha az olabilirdi. Bunun en basit örneği Karadeniz’de yaşanmaktadır. Soğuk savaş sona erdikten sonra bir istikrar denizi haline gelen Karadeniz’de Türkiye’nin silahlanmadığı görülmektedir.
Aslında sorun; Türkiye’nin savunma harcamalarını kısmasından çok, Yunanistan’ın Türkiye ile aynı ittifak içerisinde olmasına ve AB desteğini arkasında hissetmesine rağmen, neden hala Türkiye’ye karşı silahlanma ihtiyacını hissettiğidir. Eğer silahlanması Ege ve Doğu Akdeniz’deki deniz sahalarının paylaşımı hususu bir çatışmaya kalacak diye düşünüyorsa, bilmelidir ki Türkiye, asla bu coğrafyadaki haklarından bir çırpıda vazgeçemeze. Bunu ne üst düzey, ne stratejik işbirliği ile de çözmek mümkün değildir. Herhalde “komşularla sıfır sorun” projesinden murat; “Ver, kurtul” değildir.
Sonuç
Başbakan Erdoğan’ın Yunanistan ziyareti, 5.5 yılı aşkın bir süre sonra ve gecikmiş bir iadei ziyaret özelliği taşımanın ötesindedir. Nisan 2009’da Atina’ya giden Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve teknik ekibi, iki ülkenin ortaklaşa neler yapabileceği üzerinde Yunan ilgilileri ile çalışmayı başlattılar.
Başbakanların görüşmelerinde, netleşen konularda imzalar atılacaktır. Ancak ilk aşamada çok da iyimser olabilmek mümkün değildir. Zira Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki isteklerine Yunanistan’da kolayca “Evet” diyebilmek de mümkün değildir. Ulaştırma, boru hatları, Balkanlarda birlikte hareket etme gibi, bazı alanlarda örtüşen politikalar izlemek daha kolaydır. Belki “Kıta sahanlığı” konusunda da yeni bir ilerleme kaydedilebilir. Ancak, bunun dışındaki “kemikleşmiş” Türk-Yunan sorunlarında büyük bir ilerleme kaydedilmesi, “sürpriz” olacak kadar beklentilerden uzaktır.
Doç. Dr. Celalettin Yavuz
TÜRKSAM Başkan Yardımcısı
