1897 Türk-Yunan Harbi

Ayhan Demir

1877-1878 Rus Harbi’nde mağlup olan Osmanlı Devleti, savaş sonrasında imzaladığı Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması’yla çok ağır şartları kabul etmek mecburiyetinde kaldı. Ancak, Avrupa devletlerinin araya girmesiyle, Ayastefanos Antlaşması’nın ağır hükümleri Berlin Antlaşmasıyla nispeten yumuşatıldı. Elbette Avrupa devletleri bunu Osmanlıyı çok sevdikleri için yapmadılar. Aksine, İngiliz ve Fransızlar başta olmak üzere, birçok Avrupa devleti Osmanlı toprakları üzerinde çıkar hesapları yapıyordu. Ruslar Balkanlarda milliyetçi söylemleri seslendirirken, İngilizler ve Fransızlar Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika kıyıları ve Ortadoğu’daki topraklarından pay almak istiyorlardı.

Fırsattan istifade etmek isteyen sadece Ruslar ve Avrupa devletleri değildi. Yunanlılar gibi küçük devletler de, Osmanlı topraklarından pay almak için girişimlerde bulunmaya başlamışlardı. Zaten Yunanlılar uzun zamandır Tesalya ve Girit ile kalmayıp bir gün Epir, Trakya ve Makedonya’yı da elde etmeyi umuyorlardı. [Balkan Tarihi, Cilt II, Sayfa 41] 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nde Yunanistan’ın tarafsız kalması karşılığında Yunanistan’a vaat edilen Tesalya-Epir sınırındaki topraklar bu umudu daha da güçlendirmişti. [Balkan Harbi 1912-1913, Sayfa 34]

24 Mayıs 1881’de imzalanan Berlin Antlaşması Osmanlı Devleti’ni Yunan hududu üzerinde bazı düzenlemeler yapmaya davet ediyordu. Osmanlı Devleti’nin Yunanlılarla yaptığı ikili görüşmeler sonuç vermeyince büyük devletler yeniden arabuluculuğa soyundular. Yunanlılar, büyük devletlerin yardımıyla, Tesalya’nın tamamı ve Epir bölgesinin bir kısmını masa başında ele geçirdiler. Osmanlı hâkimiyetinin son yıllarına doğru, Tesalya nüfusu 330.000 civarındaydı ve bunun 40.000’i Müslüman ve 4.000’i ise yahudiydi. 1878 yılında yapılan bir sayım sonucuna göre ise 39.329 Müslüman, 284.701 hıristiyan ve 4.090 yahudi olmak üzere toplam nüfus 328.183 kişiydi. [Balkanlarda İslam, Sayfa 304]

Yunanlıların asıl maksatları Girit Adasını ele geçirmek olduğu için Tesalya ve Epir yeterli gelmedi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nin ardından Girit’in, Rusya tarafından, Berlin Anlaşmalarına getirilmesi Girit sorununa uluslararası bir boyut kazandırmıştır. [Fetihten Kaybına Girit, Sayfa 217] Elbette bu durum, her daim büyük devletlerin desteğini alan, Yunanistan için olumlu bir gelişmeydi. Bu nedenle Yunanlılar mevcut karmaşadan yararlanarak Girit’i ele geçirmek için Kandiye ve Hanya’da başlatılan isyanları fiilen desteklediler. Yunan filosu himayesindeki 10 bin Yunan gönüllüsü adaya çıkarıldı. Adaya çıkarılan Yunan gönüllüleri Türk köylerini ateşe verdiler. Büyük devletleri bile isyan ettiren bir vahşetle kaçamayan Türkleri de öldürdüler. Bu esnada Osmanlı Devleti’nin daveti üzerine İngiltere, Fransa, Avusturya ve İtalya donanmaları Girit’i muhasara edip, mevcut şehirlerdeki idareyi bölüşerek ele aldılar. Ancak bu önlemler de uslanmak bilmeyen asilerin katliamlarının önüne geçemeyince top ateşi açılarak durdurulabildiler.

Rumların sınır tecavüzleri

Büyük devletlerin bu müdahalesinden hoşnut olmayan Yunan hükümeti, Etniki Eterya gizli cemiyetinin de yoğun baskıları atında, çözümü harp ilan etmekte görmeye başladı. Yunan hükümetine göre harbi kazanırsa arzuları yerine gelmiş olacaktı. Eğer aksi olur da savaşı kaybederlerse, bu sefer büyük devletler yine devreye girecek; Yunanistan’ı ezdirmeyecek ve Osmanlı Devleti’ni barışa zorlayacaklardı. Bu doğrultuda Yunan hükümetinin desteklediği Rum çeteleri Mart 1897’den itibaren sık sık sınır ihlalleri yaparak olay çıkarmaya başladılar.

Her ne kadar çıkan olaylar Osmanlı sınır birlikleri tarafından anında ve şiddetle bastırılıyorsa da kesin bir önlem alınmadığı için sınır tecavüzleri tekrarlanmaya devam ediyordu. Mesela 9 Mart 1897’de bir Yunan gemisinin Yanya kıyılarında dolaşması ve geceleri kıyıları aydınlatması halkı heyecanlandırmıştı. Bundan birkaç gün sonra 13 Martta Narda güneyindeki sınır karakollarına da ateş açıldı. Bu olaydan iki gün sonra bölgede üç Yunan taburunun yaptığı tatbikat esnasında hakiki mermiler kullanılmış ve atılan mermiler Türk sınır muhafızlarının çadırlarına isabet etmişti.

23 Martta Kesendire’de bir fesatçı Yunan derneğinin gizli faaliyetlerinin haber alınması, 28 Martta Pınarbaşı Çiftliği’nde bir Türk karakoluna düzenlenen baskın neticesinde dört erin yaralanması, 31 Martta Narda Körfezi’ndeki boş bir Türk adasına asker çıkarılması, 2 Nisanda Yunan donanmasının Selanik Körfezi’ne tecavüz etmesi ardı arkası gelmeyen olaylardan yalnızca birkaçıydı.

Yunan hükümeti destekli Rum çeteleri sürekli olay çıkarırken, Tesalya Yunan Ordusu Komutanlığı’na atanan Prens Konstantin de, Yunan askerlerine heyecanlı nutuklar atarak onları harbe hazırlıyordu. Yunan kamuoyu o kadar heyecana gelmişti ki, Yunan bağımsızlık yıldönümü olan, 6 Nisan 1897’de prensin Yenişehir’deki (Larisa) konağının önünde toplanan halk “Harp isteriz, Girit’i isteriz” diye bağırmaya başladılar. Durumun ciddiyetini gören Atina’daki elçilikler de Osmanlı hududuna yapılacak bir tecavüzün bütün sorumluluğunun Yunanistan’a ait olacağını bildiren müşterek bir notayı Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’na vermek zorunda kaldılar.

Gelişmeleri yakından takip eden Osmanlı Devleti de mevcut durum karşısında her ihtimal düşünerek Alasonya Ordusu Komutanı Müşir (Mareşal) Ethem Paşa’ya gerekli emirleri vermişti. Fakat alınan önlemlerin hiçbiri Rumların Megalo İdea hırsını yenmeye yetmedi. Aralarında subayların ve askerlerin de bulunduğu Yunan çeteleri ile 9-12 Nisan arası Kranya hudut çarpışmasını doğurdu. 16 Nisan akşamı ordu birliklerinin de katıldığı ve şimdiye kadar yapılanların en büyük çaplısı olan bir sınır tecavüzünde daha bulundular. Yunanlılar bu son sınır tecavüzü esnasında top bile kullanmışlardı.

Türk-Yunan Harbi’nin ilanı

Yunanlıların sınır tecavüzleri 17 Nisan 1897 gününe kadar devam etti. Yunan kuvvetleri, her seferinde, Osmanlı sınır birlikleri tarafından geri püskürtülmelerine rağmen bitirici hamle için gerekli takip yapılmamıştır. Buna rağmen Yunan kuvvetleri dünya kamuoyunu yanıltmak için sınır tecavüzünün Türkler tarafından yapıldığını iddia ettiler. Osmanlı hükümeti hiçbir siyasi terbiyeye sığmayan bu iftirayı resmi belgeler ile çürüttüyse de, ne padişah ne de hükümetin daha fazla sabrı kalmamıştı. Padişah, Başkomutan Vekili (Serasker) Rıza Paşa ile de görüşerek Yunanistan’a harp ilan etti. [Balkan Harbi 1912-1913, Sayfa 34]

17 Nisan 1897 günü Osmanlı hükümeti resmi bir bildiri ile harp ilanının sebeplerini kamuoyuna açıkladı. Osmanlı Devleti’nin Atina Elçisi Asım Bey de Yunan Dışişleri Bakanlığı’na bir nota vererek “Yunan hükümetinin devamlı tecavüzkâr hareketlerinden dolayı Osmanlı saltanatı ile Yunanistan arasındaki siyasi münasebet kesilmiştir” demek suretiyle, bundan sonra silahların konuşacağını, Yunanistan’a resmen bildirmiş oldu. Aynı gün Alasonya Ordusu Komutanı Müşir (Mareşal) Ethem Paşa’ya gönderilen bir telgrafla taarruz hareketlerine başlaması için emir verildi. Yanya Kolordusu’na da, uyanık bulunması ve hiçbir suretle Yunanlıların sınır tecavüzlerine meydan verilmemesi direktifi verildi.

Her ne kadar silahı elden bırakmadan harbin cereyan tarzını yakından takip etseler de, Bulgarlar ve Sırplar harp esnasında tarafsız kalma kararı aldılar. Bulgarlar tarafsız kalmalarının ödülünü Menlik, Strumca ve Kılkış kasabalarında piskoposluk kurmak ve Manastır şehrinde bir ticaret ajanlığı bulundurmakla aldılar. Sırplar ise Üsküp’te Rum Metropoliti’nin kaldırılması ve ayrıca Manastır, Selanik vilayetlerinde Sırp okullarının açılması hakkını elde ettiler.

Sultan Abdülhamit’in emriyle İstanbul’daki Çit Kasrı’nda toplanan sekiz generalin hazırladıkları harp planına göre: 108 piyade taburu, 26 süvari bölüğü, 30 bataryadan oluşan yedi tümenli Alasonya Ordusu, Alasonya, Kozköy, Çayhisar, Dışkata bölgesinde toplanacaktı. 32 piyade taburu, bir süvari bölüğü ve altı bataryadan oluşan iki tümenli Yanya Kolordusu da Meçova, Yanya Beşpınar, Loros bölgesinde toplanacaktı.

Harp planına göre ilk sınır tecavüzünün Yunanlılardan gelmesi öngörülmüş ve Osmanlı birliklerinin taarruzu durumun gelişmesine bırakılmıştı. Yunan taarruzu başladığında Yenişehir’de (Larisa) toplanması düşünülen düşman kuvvetlerinin batıdan kuşatılarak Atina’ya doğru çekilmesinin önlenmesi sonra da, Karaçayır bataklıklarına ve Ossa Dağlarına atılarak yok edilmesi planlanıyordu. Buna karşılık Yunan Ordusunun planlanmış bir hareket planı yoktu. Yunan Ordusunun yüksek rütbeli subaylarının düşünceleri Epir bölgesinde taarruza geçmek ve Tesalya bölgesinde savunma yapmaktı. Ancak Yunan Ordusu düşünülenin aksine mevcut üç tümeninden ikisini Tesalya, birini Epir bölgesine ayırdı. İki cepheden de ilk önce Yunanlılar taarruza başladı.

17 Nisan akşamı Alasonya Ordusu Komutanı Müşir (Mareşal) Ethem Paşa altı piyade ve bir süvari tümeninden ve bir ihtiyat tugayından oluşan ordusuna hemen genel taarruz emri verdi. Ancak harp öncesi askeri yönden önemli noktalar barış ortamının bozulmaması ve harbe sebep olunmaması için yeteri kadar kuvvetle tutulmamıştı. Bu sebeple ilk gün Yunan kuvvetleri sınır kulelerine ve sınıra hâkim tepeleri zorlanmadan ele geçirdiler. Yunan kuvvetleri bir taraftan siper kazıyor diğer taraftan ovaya doğru ilerlemeye çalışıyordu. İleri hatlarda bulunan iki taburluk öncü kuvvetlere altı taburluk yardımın yetişmesiyle Osmanlı birlikleri Milona bölgesindeki Yunan taarruzunu durdurdu.

Milona Muharebesi (18 Nisan 1897)

Alasonya Ordusuna bağlı 2’nci Tümen’in karargâhı Skonba’da olup, Abdülezel Paşa da bu tümene bağlı 2’nci Tugay Komutanıydı. Abdülezel Paşa tümen komutanından talimat alır almaz Pınar Tepe’ye koştu. Yunan birlikleri topçu ateşiyle sınır kulelerini dövüyordu. Vatan evlatlarının sınır kulelerinde perişan olmasından korkan Abdülezel Paşa, gece hazırladığı bir taburun başına geçip, birinci hatta bulunarak yönettiği, baskınla kulelere taarruz ederek muhafızları kurtarmıştır. 18 Nisan 1897 günü de Alasonya Ordusu 2’nci ve 4’ncü tümenleriyle Milona Boğazını ve güneyini ele geçirmek maksadıyla taarruza geçti. Abdülezel Paşa’nın tugayı topçu ateşinin desteğinde çok şiddetli piyade hücumu yapıyordu.

Osmanlı topçu ateşinden bunalan Yunanlılar müdafaa hattı ve mukavemet merkezi oluşturmayı başaramıyorlardı. Ancak hatlar birbirine o kadar yaklaşmıştı ki, istemeyerek topçu ateşi durduruldu. Bu andan itibaren tüfeklerin konuştuğu piyade ateşleri başlamıştı. Bu esnada, yer ve zaman kazanmak isteyen, Yunan kuvvetleri son bir cesaretle hücumlar yaparak çekilmeye çalışıyordu. Abdülezel Paşa tehlikeli bir hal alan bu taarruzlara karşı koymak ve askerin moralini yükseltmek için yine birinci hatta ateş hattında bulunuyordu. Tugay kurmay başkanının ve o esnada yanında bulunan tabur komutanlarının geriye çekilmesi için yaptıkları tüm ricalara rağmen yerinden ayrılmayarak: “Ben bu yaştan sonra kurşun korkusuyla asla geri çekilemem. Elli yıl önce dövüştüm. Kaç defa şahadet aradım. Asker evlatlarım beni böyle tanıdılar” diyerek kükrüyordu. [1897 Türk Yunan Harbi, Sayfa 16]

Abdülezel Paşa’nın şehadeti

Muharebe esnasında öyle anlar oluyordu ki, kurşunlar yağmur gibi yağıyordu. Fakat Abdülezel Paşa’nın duruşunda hiçbir değişiklik gözlenmiyordu. Abdülezel Paşa atının üzerinde dimdik durarak adeta kurşunlara meydan okuyordu. Abdülezel Paşa’nın bu cesaretini gören tugay da gayretle ileri atıldı. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen savaşın heyecanına kendisini tamamen kaptıran Abdülezel Paşa bir delikanlı gibi atını mahmuzluyor, ateş yağmurunun üzerine gidiyordu.  Ancak gittikçe sertleşen arazi karşısında taarruz temposunun hızı da azalmaya başlamıştı.

Taarruz hızını artırmak ve Milona Geçidi’ni güneyden tehdit için sert bir arazi kesimi olan Pınar Tepe ve Papalivadya’nın bir an önce ele geçirilmesi lazımdı. Bunun için Semerbeli’nin (Semerboynu) batısında bulunan sahra bataryasından iki top Semerbeli ve Papalivadya arasındaki sırta yerleştirildi. Böylece Papalivadya, Tırpan Tepe ve Pınar Tepe sırtlarında bulunan düşmana yandan ateş imkânı sağlandı. Ancak arazinin çok sarp olmasından dolayı topçunun geri kalanı istenilen yere götürülemediğinden elde mevcut topçu ateşinin tümünden yararlanılamadı.

Çok çetin geçen harp esnasında Osmanlı birlikleri hayli şehit vermişti. Topçu mevzileri üzerine çıkarak muharebenin gidişatını gözlemleyen ve taarruzu hızlandırmak için birliklere gerekli emirleri veren Abdülezel Paşa da çenesine isabet eden bir kurşun sebebiyle şehit oldu. Abdülezel Paşa’nın şahadetini gören birlikler kahraman komutanlarının toprağa akan temiz kanının bedelini almak üzere düşman üzerine saldırdılar ve Yunan kuvvetlerini geri çekilmek zorunda bıraktılar. Şehit düşen Abdülezel Paşa’ya karşın Milona Boğazı ve tahkimli Tepter Bölgesi akşam saatlerine kadar ele geçirildi. Böylelikle Milona Muharebesi Yunanlıların yenilgisi ile sonuçlanmış oldu.

Abdülezel Paşa’nın şahadeti gelişigüzel bir ölüm değildi. İlerlemiş yaşına rağmen Abdülezel Paşa’nın gösterdiği kahramanlık ve cengâverliğin benzerine az rastlanır cinstendi. Şahadetinden sonra muharebede gösterdiği kahramanlık harp muhabirleri tarafından mensubu bulundukları gazetelere ivedilikle iletilmişti. Örneğin Londra’da yayınlanan Daily News gazetesi Abdülezel Paşa’nın kahramanlığını “Bir Osmanlı Kahramanı” başlığı ile okuyucularına nakletmişti.

Abdülezel Paşa (1831-1897)

Osmanlı Ordusuna 50 yıl şerefle hizmet etmiş olan Abdülezel Paşa, 1831 yılında Konya’nın Hadım İlçesinde dünyaya geldi. Çocuk yaşta İstanbul’a geldi. Henüz daha 16 yaşındayken er olarak orduya girdi. 10-12 yıl kadar Arabistan vilayetlerinde bulundu. 1847’de er olarak girdiği Osmanlı Ordusunda, gösterdiği gayret ve başarılarından dolayı, 1859’da subaylığa yükseltildi. Kırım Seferi’ne Karadağ Harekâtına ve Girit Ayaklanmalarının bastırılmasına katıldı. Alaylı bir subay olmamasına rağmen kendisini oldukça iyi yetiştiren Abdülezel Paşa, Kuran-ı Kerim’i ezberden okuyabilecek kadar dini bütün bir Müslüman olduğu için “Hafız” olarak isimlendirilmiştir. Bu nedenle kendisine “Hafız Abdülezel Paşa” da denilirdi.

Çok asil bir mayaya sahip oluşu, meşakkatlere dayanıklılığı, çalışkanlığı ve hamiyetiyle bir süre sonra binbaşılığa yükseldi. Kırım savaşlarında kendini tanıttı. Karadağ ve Girit ayaklanmalarında büyük yararlılıklar gösterdi. Karadağ ve Girit ayaklanmalarında büyük yararlılıklar gösterdi. 1876’da Sırbistan’a karşı yapılan hareketlerde özellikle, Aleksinaç Savaşı’nda her türlü takdirin üstünde cesaret ve fedakârlığı görüldü. Plevne Savunması’nda kahramanlığı en parlak düzeye çıktı. Artık silahlı kuvvetlerin dışında da herkes O’nu kahraman olarak tanıdı. Rusların Pelevne’ye ilk hücumlarında ziyadesiyle direnen ve düşmana en çok zayiat veren tabyalardan birisi, Binbaşı Abdülezel’in komuta atiği tabyaydı. Bu tabya “Hafız Bey Tabyası” olarak şanlı tarih sayfalarındaki yerini almıştır. Kahramanlığı silah arkadaşlarına muamelesi ve otoritesiyle üstelerinin saygı ve sevgisini kazanmıştı. Üstleri daima O’nunla iftihar ederdi.

Gazi Osman Paşa, bütün subayların önünde O’nu alnından öptükten sonra: “Abdülezel, sen bizim medarı iftiharımızsın…” demişti. Savaştan sonra İstanbul’a döndüğünde, Plevne Kahramanlık Madalyası’nı Padişah II. Abdülhamit, bizzat Abdülezel Paşa’nın göğsüne takmıştı. Abdülezel Paşa bütün bu üstün nitelikleriyle birlikte, çok alçak gönüllü ve mahcup bir kimseydi. Nitekim padişah tarafından ödüllendirildiği ve madalya takıldığı esnada adeta şaşırmış, utanarak: “Ben ne yaptım ki” diye sormuştur. [1897 Türk Yunan Harbi, Sayfa 50]

1887’de rütbesi tuğgeneralliğe yükseltilen Abdülezel Paşa Anadolu ve Hicaz’da birçok hizmetler görmüştü. Harp Okulundan mezun olmayan Abdülezel Paşa kendisini yetiştirmiş, okuma yazma ve her türlü bilgiyle en üst düzeye yükselmişti. Döneminin askerlik sanatını çok iyi biliyordu. Cesurdu ve kurşun yağmuruna hiç korkmadan dalıyordu. Askerlerin daima önünde savaşır, onların kahramanlık duygularını kamçılardı. İri vücudu, uzun boyu ve bembeyaz sakalıyla devrin “Serhat Paşaları”nın tam bir timsaliydi.

Ölümü hiçe sayarak, at üstünde ve kıtalarının başında düşmana karşı yürürken, büyük özlem duyduğu şehitlik mertebesine 1897 Türk-Rus Harbi’nde ulaşan Abdülezel Paşa’nın ebedi istiratgâhı Alasonya Çarşı Camii yanı başındadır.

Abdülezel Paşa’nın şahadetinden bir gün sonra 19 Nisan günü 1’nci Tümen Çayhisar-Lefterihor bölgesinde, 2’nci Tümen Semerboynu – Papalivadya Tepesi – Pınar Tepesi doğu sırtlarında, 3 ve 4’üncü Tümenler Milona Geçidi civarında, 5’nci Tümen birlikleri, 3 ve 4’üncü tümenlerin gerisindeki Alasonya güneyinde toplanmaktaydı. Süvari Tümeni Akyokuş civarındaydı. 6’ncı Tümen de Kozköy güneyinde hududu biraz geçmiş durumdaydı.

Ordudan verilen emirde düşman taarruz etmediği takdirde ciddi bir muharebeye girişilmemesi bildirilmişti. Ancak emir 2’nci Tümenin eline henüz geçmediğinden taarruza geçmiş bulunuyordu. Emir 2’nci Tümenin eline geçtiğinde ise Kaynak Sırtları’na doğru ilerliyordu. Öğlen saatlerinde Kaynak Sırtları’nın güneyi ele geçirilmişti. Güney yanın korunması için Losfaki Sırtları’nın da alınmasına karar verildi ve 4’üncü Tümenin yardıma gelmesi beklendi. Epir Cephesinde ise Yunanlılar harbin ilanından iki gün sonra (19 Nisan) Narda Nehri’ni geçerek Yanya Kolordusu’na taarruz ettiler. Akşama kadar süren sınır bölgesindeki taarruzlar Osmanlı birlikleri tarafından püskürtüldü.

21 Nisan Muharebeleri ve Celal Paşa’nın şahadeti

21 Nisan günü Tesalya bölgesindeki Alasonya ordusuna ait 2’nci Tümen cephesinde kanlı bir muharebe cereyan ediyordu. 2’nci Tümenin Losfaki Tepeleri’ni tek başına alması emredilmişti. Bu görevi inatla yapmaya çalışan 2’nci Tümen Komutanı, bu taarruz esnasında bu seferde 1’nci Tugay Komutanı Celal Paşa’yı şehit verdi. 21 Nisan 1897 günkü bu muharebede esnasında 2’nci Tümen’in 1’nci Tugay Komutanı Celal Paşa sabahın erken saatlerinde boynuna isabet eden bir mermi parçası sebebiyle şehit olmuştu. 2’nci Tümen’in üç gün arayla iki tugay komutanının tüm askerlere örnek bir biçimde şehit olması ve Mehmetçiklerin, harekâtı izleyen günlerde komutanlarının temiz kanının bedelini alırcasına Atina kapılarına kadar dayanmalarına vesile olacaktı.

Celal Paşa, Şeyh Himmet efendi soyundan Mehmet Paşa’nın oğluydu. İstanbul’da doğmuş ve 1863’de Harp Okulu’na giderek, 1867’de teğmen rütbesiyle ordu saflarında yerini almıştı. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’ne katılarak yarbaylığa terfi etmişti. 1890’da ise rütbesi tuğgeneralliğe yükseltilmişti. Celal Paşa, 1895 yılında Hassa’i Humayun 2’nci Redif Fıkra 4’ncü Sinop Tugay Komutanı olarak ve tuğgeneral rütbesiyle görev yapmıştır.

Epir Cephesi Harekâtı (20 Nisan)

2’nci Tümenin zor durumu orduya bir raporla bildirildiğinde, Ordu Komutanı, bu taarruzun diğer tümenlerden gönderilecek takviye kuvvetleriyle birlikte yapılması için emir verdi. Yunan birlikleri bir gün önce olduğu gibi erken saatlerde tekrar taarruza başladılar. Narda bölgesindeki üstün Yunan kuvvetleri huduttaki zayıf taburları atarak ilerlediler. Bozulan hudut taburları geri çekilirken, gelen takviye birliklerin moralini de kırdı. Bu birlikler ne yazık ki ancak 21 Nisan akşamı Yanya Ovası’nda toplanabildiler. Yunanlılar bir takipte bulunmadılar. Epir Cephesi’nin kuzeyindeyse, sınır çatışmalarından öte önemli bir hareket olmadı. Preveze’nin kuzeyine çıkarma girişiminde bulunan Yunan birlikleri de püskürtüldü. 5’nci Tümen yaptığı taarruzla Karadere, Karaca, Veren ve Kaynak Tepelerini ele geçirdi. Yine aynı gün 6’nci Tümen de Albay Kaklamakos Müfrezesini mağlup ederek Nezeros ve batısındaki sırtları aldı.

22 Nisan günü Yunan gemileri iki grup halinde toplanarak Preveze Kalesi’ni top ateşine tuttular. Bir ara gemiler arkalarına asker yüklü kayıklar takarak kıyılara çıkarma yapmak istedilerse de, Yunanlıların bu girişimleri püskürtüldü. Akşama kadar devam eden Yunan donanmasının top ateşi önemli hiçbir tahribat meydana getiremedi.

Ayhan Demir, Milli Gazete

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
YAZARIN SON YAZILARI
Yunan Eziyeti - 11 Mart 2020 14:19
29 Ocak Olayları - 29 Ocak 2020 22:56
Yunan’ın yaptıkları - 15 Mart 2018 02:42
Yunan zulmü - 29 Kasım 2017 21:52
Yunan’ın Çamerya Soykırımı - 21 Haziran 2017 20:01
Yunanistan’da Ramazan Bayramı - 6 Temmuz 2016 01:18
Arnavutluk’ta Ramazan - 30 Haziran 2016 14:31
Bulgaristan’da Ramazan - 23 Haziran 2016 15:46
Yunanistan’da Ramazan - 15 Haziran 2016 14:09
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ