Yunanistan’da Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin ibadete açılmasına tepki

Yunanistan’da Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin ibadete açılmasına tepki

Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nde cuma namazı kılınması, Yunanistan’da tepkiyle karşılandı.

Cuma namazının kılındığı saatlerde, tüm kiliselerde matem çanları çaldı, özel ayinler düzenlendi ve bayraklar yarıya indirildi.

Selanik ve Patras’taki kiliselerde, Bizans ve Yunan bayrakları eşliğinde gerçekleştirilen özel ayinlerde, Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin “kurtarılması” için Meryem Ana’ya dua edildi.

Başkent Atina’da akşam saatlerinde Atina Metropol Kilisesi’nde düzenlenecek özel ayinde ise Yunanistan Başpiskoposu İeronimos tarafından Bizans döneminden kalma Meryem Ana’ya ithaf edilen İstanbul ile ilgili şükran ilahileri okunacak.

San Sinot’un çağrısıyla ülkenin birçok yerindeki kiliselerde de gece ayinleri düzenlenecek.

Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, yedi yıllık askeri cuntanın çöküşünün ve demokratik yönetime dönüşün 46. yıl dönümü programında konuştu.

Yunanistan Başbakanı Miçotakis kılınan cuma namazıyla birlikte ibadete açılan Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi ile ilgili TV’de küstah açıklamalarda bulundu. Miçotakis “Bugün İstanbul’da gerçekleşen şey güç değil, zayıflık göstergesidir” ifadelerini kullanırken Türkiye’yi ‘baş belası’ olarak nitelendirerek skandal sözler sarfetti.

“Erdoğan dediğini yaptı”

Yunan televizyon kanalları, Ayasofya Meydanı’ndan yaptıkları canlı bağlantılarda, “Hristiyanlar için kara gün“, “Erdoğan dediğini yaptı” şeklinde yorumlarda bulundu.

Televizyon kanalları, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın cami içerisinde namaz öncesinde Kur’an-ı Kerim okumasını da ekranlarına canlı olarak aktardı.

Türkiye’nin cami olarak ibadete açmaya cesaret edemeyeceği savunulmuştu

Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesine ilk tepki gösteren ülkelerden Yunanistan’ın Cumhurbaşkanı Katerina Sakelaropulu, “Türkiye’nin Ayasofya’yı camiye dönüştürme kararının doğrudan Yunanların tarihsel belleğini kışkırtmaya yönelik” olduğunu ileri sürerek, Papa Franciscus’u Ayasofya tartışmasında uluslararası ağırlığını koymaya çağırmıştı.

Yunan hükümeti, kararı, “medeni dünyaya bir provokasyon” olarak tanımlamıştı.

Yunanistan Kültür Bakanı Lina Mendoni, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın milliyetçilik yaptığını ve ülkesini 6 asır geriye götürdüğünü” ileri sürmüştü.

Dışişleri Bakanı Nikos Dendias da Ayasofya’nın tekrar camiye dönüştürülme kararını, “UNESCO’ya karşı bir meydan okuma” olarak değerlendirmişti.

Yunanistan kilisesinin lideri Atina Başpiskoposu İeronimos ise Ayasofya konusundaki gelişmelerin bir oyundan ibaret olduğunu ve Türkiye’nin Ayasofya’yı cami olarak ibadete açmaya cesaret edemeyeceğini iddia etmişti.

Selanik’teki protesto gösterilerinde ise Türk Bayrağı yakıldı.

Dışişleri Bakanlığı, Yunanistan’a tepki gösterdi

Açıklamada ‘Selanik’te şanlı bayrağımızın yakılmasına izin verilmesini kınıyoruz.’ ifadelerine yer verildi. Açıklamada şöyle denildi:

“Yunanistan, Ayasofya Camii’nin ibadete açılmasına tepki gösterme bahanesiyle İslam’a ve Türkiye’ye karşı düşmanlığını bir kez daha ortaya koymuştur. Yunan Hükümetinin ve Parlamento üyelerinin hasmane beyanatlarla halkı kışkırtmalarını ve şanlı bayrağımızın Selanik’te yakılmasına alenen izin verilmesini şiddetle kınıyoruz.

Ayasofya’da yeniden secdeyi içlerine sindiremeyen Avrupa’nın şımarık çocukları yine hezeyana kapılmıştır. Tarihten gereken dersi almamış bu ırkçı kafaların, şanlı Bayrağımıza saygısızlık yapanların Ege’deki akıbetini iyi hatırlamaları gerekir. Yunanistan, 567 yıldır uyanamadığı Bizans rüyasından artık uyanmalı ve bunun ezikliğinden kurtulmalıdır.

Ülkesindeki Müslüman Türk Azınlığa yönelik baskıları AİHM kararlarıyla tescil edilen, topraklarındaki tarihi camilerin yıkılmasına göz yuman, başkentinde cami bulunmayan tek Avrupa ülkesi Yunanistan’dır. Milli egemenliğini kullanma konusunda hiçbir ülke Türkiye’ye ders veremez.

Türk milletinin iradesi doğrultusunda ibadete açılan Ayasofya-ı Kebir Camii-i Şerifi, topraklarımızdaki diğer kültür varlıklarımız gibi Türkiye’ye ait olup, sonsuza kadar mülkiyetimizde ve korumamızda olacaktır.

Ayasofya Camii’nin ibadete açılması, 1972 UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme’nin gereklerine de ruhuna da uygundur.

Türkiye’nin tüm dini hak ve özgürlüklere bağlılığı ve hoşgörü geleneği doğrultusunda, tüm dinlere kucak açan barış dini İslam’ın mabedi Ayasofya-ı Kebir Camii-i Şerifi, bundan sonra da herkese açık olmaya devam edecektir.”

Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Türk bayrağı yakılmasını kınadı

Yunanistan Dışişleri Bakanlığı yaptığı jet açıklamayla Selanik’teki gösterilerde Türk bayrağı yakılmasını kınadı.

Bakanlığın resmi Twitter hesabından yapılan açıklamada, “Herhangi bir ülkenin, bu durumda Türkiye’nin, milli sembolüne yapılan her türlü hakaret eylemini en şiddetli şekilde kınıyoruz.” ifadelerine yer verildi.

Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi, 86 yıl sonra kılınan cuma namazıyla ibadete açıldı. İstanbul’un fethine kadar 916 yıl kilise, 1453’ten 1934’te alınan kararla müze oluncaya dek cami olarak kullanılan, 86 yıl müze olarak hizmet veren Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığınca dua programı düzenlendi.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 86 yıl sonra yeniden ibadete açılan Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin açılış programına katıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, cami içinde Kur’an-ı Kerim okudu. Erdoğan, Fatiha suresini ve Bakara suresinin ilk 5 ayetini okurken, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş program sonunda dua etti. 86 yıl sonra kılınan ilk namazda, Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, İletişim Başkanı Fahrettin Altun ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yanı sıra çok sayıda Müslüman saf tuttu.

Ayasofya Tarihi

Ayasofya aynı yere üç kez inşa edilmiş bir eserdir. Günümüzdeki Ayasofya “Üçüncü Ayasofya” olarak bilinmektedir. Ayasofya’nın ilk inşaatı Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olarak kabul eden I. Konstantin döneminde başlatılmıştır. İstanbul’un yedi tepesinden birincisi üzerinde ahşap çatılı bir bazilika olarak inşa edilen ve o dönemde ‘Büyük Kilise’ ismiyle anılan bu yapının açılışı, 360 yılında II. Konstantin döneminde gerçekleşmiştir. 404 yılında başlayan isyanda çıkan bir yangın neticesinde büyük ölçüde harap olan bu yapıdan günümüze ulaşan bir kalıntı bulunmamaktadır.

İkinci Ayasofya, İmparator II. Theodosius tarafından birincisinin üzerine inşa ettirilmiş ve 415 yılında ibadete açılmıştır. Yine bazilika şeklinde ve ahşap çatılı olarak inşa edilen bu yapı ise, 532 yılında İmparator Jüstinyen aleyhinde çıkan Nika Ayaklanması’nda isyancılar tarafından yakılıp yıkılmıştır.

İmparator Jüstinyen isyanın hemen ardından ilk ikisinden çok daha büyük ve görkemli bir Ayasofya yaptırmaya karar vermiştir. Üçüncü Ayasofya Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından 532-537 yıllarında inşa ettirilmiştir.

Doğu Roma’nın İmparatorluk Kilisesi olarak kullanılan Ayasofya, tarih boyunca isyanlar, savaşlar ve doğal afetler yüzünden sık sık tahrip olmuştur. Ayasofya en büyük yıkımlardan birini 1204’te 4. Haçlı Seferi’nde şehrin istila edilmesiyle yaşamıştır. Haçlılar tüm şehirle birlikte Ayasofya’yı da yağmalamıştır. İstanbul’da 1204 yılından 1261 yılına kadar süren Latin işgali müddetince Ayasofya, Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı bir katedrale dönüştürülmüştür.

Ciddi hasarlar almış olan Ayasofya, İstanbul’da tekrar Doğu Roma idaresinin sağlanmasının ardından tamirlerle ayakta tutulmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte, yapılan tamiratlar yetersiz kalmış ve 1346 yılında Ayasofya’nın doğudaki başkemeri ve kubbenin bir kısmı çökmüştür.

Esasında, Latin istilasından İstanbul’un fethine kadar geçen dönemde Ayasofya en karanlık çağını yaşamıştır. İki defa yıkılıp üçüncü kez inşa edilen, yüzyıllar boyunca savaşlar ve isyanlar nedeniyle tahrip edilen, bakımsızlık ve mimari hatalar yüzünden belirli kısımları çöken Ayasofya, İstanbul’un Fatih Sultan Mehmed Han tarafından fethine kadar sürekli yıkılma tehlikesi altında varlığını sürdürmüştür. Ayrıca, Katolik-Ortodoks mezhep kavgası yüzünden mabedin sosyolojik ve sembolik anlamı da büyük zarar görmüştür.

Osmanlılar fethin nişanesi olarak kabul ettikleri ve kıymet verdikleri Ayasofya Camii’ne Fatih Sultan Mehmed Han’dan itibaren büyük özen göstermiş, bakım-onarım faaliyetlerini sürekli hale getirmiş ve camiyi eskisinden çok daha sağlam bir yapıya kavuşturmuştur. Bilhassa Mimar Sinan’ın Ayasofya’ya yaptığı eklemeler ve düzenlemeler, bu insanlık mirasının bugün hâlâ ayakta kalmasında çok büyük rol oynamıştır.

Nitekim fethin hemen ardından Ayasofya’ya giden Fatih Sultan Mehmed Han’ın, caminin durumuna üzülerek şu mısraları okuduğu tarihi kayıtlarda bildirilmektedir:

“Perdedâri mîkoned ber kasr-i Kayser ankebut Bûm novbet mîzened der tarem-i Efrâsiyâb”
(“Örümcek Kayser’in sarayında perdekârlık yapıyor Baykuş Efrasiyab’ın burcunda nöbet tutuyor”)

Ayasofya Camii’ni kendi hayratı olarak vakfeden ve çok sayıda akar bağlayarak bakım-onarım maliyetlerini garanti altına alan Fatih Sultan Mehmed Han, önce caminin yanına bir de medrese inşa ettirerek eğitim faaliyetlerini başlatmıştır. Ayasofya’nın ilk minaresi de Fatih Sultan Mehmed Han döneminde ahşaptan inşa edilmiştir. Uzun yıllar varlığını sürdüren bu minare 1574 yılındaki büyük tamiratta kaldırılmıştır. Ayasofya Camii’nin ikinci minaresi ise, Sultan II. Bayezid Han döneminde tuğladan inşa edilmiştir.

Ayasofya’ya en fazla ilgi gösteren Osmanlı padişahlarından biri de Sultan II. Selim Han’dır. Binanın yorgunluk emareleri göstermesi üzerine II. Selim Han, Mimar Sinan’ı Ayasofya’nın bakım ve onarımı için vazifelendirmiştir. Doğu Roma döneminde defalarca kubbeleri ve duvarları çöken Ayasofya, Mimar Sinan’ın düzenlemelerinden sonra, İstanbul’da yaşanan nice büyük depreme rağmen bir daha hiç çökmemiştir. Ayasofya etrafında padişah türbelerinin yapımına da Sultan II. Selim Han için Ayasofya Külliyesi’nin haziresine Mimar Sinan tarafından inşa edilen ilk türbe ile başlanmıştır.

Fatih Sultan Mehmet Han’dan itibaren her padişah, Ayasofya’yı daha da güzelleştirme gayreti içinde olmuş ve zaman içinde yapılan mihrab, minber, kürsü, minareler, hünkâr mahfili, şadırvan, medrese, kütüphane ve aşhane gibi yapılar ile Ayasofya tam tekmil bir külliyeye dönüştürülmüştür. Ayrıca, Osmanlı döneminde Ayasofya Camii’nin iç süslemelerine de büyük önem verilmiştir. Ayasofya hüsn-i hatt ve çinicilik gibi Türk sanatlarının en zarif örnekleriyle süslenmiş ve mabede yeni estetik değerler kazandırılmıştır. Böylece, Ayasofya sadece camiye dönüştürülmemiş, aynı zamanda insanlığın bu ortak mirası muhafaza ve ihya edilmiştir.

Fetihle birlikte camiye dönüştürülen ve 481 yıl cami olarak hizmet veren Ayasofya, 1930’lu yıllarda restorasyon çalışmalarının başlamasıyla halka kapatılmıştır. Ardından, 24 Kasım 1934 tarihli bir Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye dönüştürülmüştür. Danıştay, 10 Temmuz 2020 tarihinde söz konusu Bakanlar Kurulu kararını iptal etmiştir. Hemen ardından Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan imzası ile yayımlanan 2729 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Ayasofya yeniden ibadete açılmıştır.

İstanbul’un Fethi ve Fatih’in Ayasofya Vakfiyesi:

Ayasofya-i Kebir Camiiİstanbul’un fethi yalnızca Türk ve İslâm tarihi açısından değil tüm insanlık için büyük bir dönüm noktası olmuştur. Osmanlı Devleti çok geniş bir coğrafyada yüzyıllar boyunca barış, hoşgörü ve refahı tesis etmiştir. Tarihte “Osmanlı Barışı” (Pax Ottomana) olarak anılan bu dönem, günümüzde dinmek bilmeyen çatışmalar ve savaşlarla anılan Ortadoğu, Kuzey Afrika, Balkanlar ve Kafkasya gibi çetin coğrafyalarda benzersiz bir huzur iklimi ve bir medeniyet tasavvurunun yansımasıdır. Asırlar boyu çok çeşitli millet, kavim, dil, din, mezhep ve meşrepten insanın huzur ve barış içerisinde bir arada yaşamasını temin eden engin hoşgörü anlayışı, İstanbul’un fethinin ilk dakikalarından itibaren Fatih Sultan Mehmed Han’ın tavrında kendisini göstermiştir.

Osmanlı’da asırlar boyu sürdürülen bir gelenek, fethedilen bir şehrin en büyük mabedinden ezan okunması ve ilk Cuma namazının bu mabedde kılınmasıdır. Böylece, o şehrin fethedildiği tescillenmekte, ilgili mabed “Fethiye Camii” olarak anılmakta ve şehirdeki diğer mabedlere gerekli olmadıkça dokunulmamaktadır. Fatih Sultan Mehmed Han, fetih sembolü olarak sancağını Ayasofya’nın ortasındaki mihrabın bulunduğu yere dikmiş, kubbeye doğru bir ok fırlatmış ve ilk ezanı kendisi okuyarak, İstanbul’un fethini tescillemiştir. Ardından, şükür secdesi yaparak, iki rekât namaz kılmıştır. Bu davranışıyla da Ayasofya’yı camiye çevirdiğini göstermiştir.

Fetihin üçüncü gününde ilk Cuma namazı da fetihin manevi mimarı Akşemseddin’in imametinde Ayasofya Camii’nde kılınmıştır. Üç günlük süre içinde gece gündüz süren hazırlıklarla Ayasofya’ya mihrap ve minber konulmuş, ayrıca tahtadan bir minare dikilmiştir. Ayasofya içerisindeki taşınabilir heykel ve ikonaların caminin dışına alınmasını, duvarlardaki mozaik resimlerin ise kireç tabakayla örtülmesini emreden Fatih Sultan Mehmed Han, bu ilk Cuma namazında ordusuna bir hutbe irad etmiştir.

İstanbul’un fethinin hemen ardından Fatih Sultan Mehmed Han uzun süredir iyi bir idareden mahrum kaldığı için fakirliğe ve yıkıma mahkum olmuş İstanbul’u ve Ayasofya başta olmak üzere barındırdığı eserleri hızla yeniden yapılandırma gayreti içerisine girmiştir. Bu yeniden yapılandırma gayreti ise, Türk-İslam Medeniyeti’nin toplumsal yapısında merkezi bir öneme sahip olan vakıflar üzerinden gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda, İstanbul’un fethiyle, Roma İmparatoru unvanını alan ve Bizans hanedanı üzerine kayıtlı bulunan tüm mülklere sahip olan Fatih Sultan Mehmed Han, Ayasofya’da kılınan ilk namazla birlikte camiyi vakfetmiş, “Fatih Külliyesi ve Ayasofya-i Kebir Vakfı”nı kurmuş, Ayasofya’nın ilelebet muhafazasını vasiyet etmiş ve cami hüviyetinin devamlılığını şart koşmuştur.

İstanbul’un tüm sosyal hizmetlerini karşılamak üzere vakıflar ihdas edilmiştir. Böylece, İstanbul bilim, eğitim, sanat, sosyal yardımlaşma gibi alanlarda kusursuz bir sistem olarak görülen vakıf kültürünün yaşama geçirildiği en başarılı merkezlerden biri haline gelmiştir. İstanbul, Türk-İslam Medeniyeti’nin üstün şehircilik anlayışını temsil eden bir görünüme bürünmüştür.

Vakıflar, kadılık makamı tarafından tescil edilen bir ‘vakıf senedi’ ile ihdas edilmektedir. Vakıf senetleri, padişah dâhil herkes için bağlayıcı hükümler içermektedir. Fatih Külliyesi ve Ayasofya-i Kebir Vakfı’nın hukuki statüsünü belirleyen 1462 tarihli vakfiye de bu açıdan en önemli belgelerden biri olarak kabul edilmektedir.

Bu vakfiye, Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde 2202 (eski 666) numarayla kayıtlı bulunmaktadır. Vakfiyenin Evkaf Nezareti döneminde yapılan suret kaydı ise, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde İstanbul 6. Vakfiye defterinde 46 numarada kayıtlıdır. Aynı vakfiyenin Türkiye Cumhuriyeti döneminde yapılan Latin harfli çevirisi de Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde 575 numaralı defterde 82. sayfadan itibaren 46 sıra numarası ile kayıtlıdır. Bu belgede vakfın hayır müesseseleri, hayır şartları, akarları, yönetimi gibi konular detaylı biçimde anlatılmakta ve her vakıf senedinde olduğu gibi bir “vakıf duası” ve bir de “vakıf bedduası” yer almaktadır.

Fatih Sultan Mehmed Han’ın Ayasofya vakfiyesi incelendiğinde, bu vakfın bilhassa eğitim, din ve sağlık hizmetleri açısından dönemin en önemli kurumsal yapılarından biri olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bu hizmetlerin devamlılığını temin etmek için çok sayıda çarşı, pazar, dükkân ve ev akar olarak vakfedilmiştir.

Osmanlılar fethin nişanesi olarak kabul ettikleri ve kıymet verdikleri Ayasofya Camii’ne Fatih Sultan Mehmed Han’dan itibaren büyük özen göstermiş, bakım-onarım faaliyetlerini sürekli hale getirmiş ve camiyi eskisinden çok daha sağlam bir yapıya kavuşturmuştur. Bilhassa Mimar Sinan’ın Ayasofya’ya yaptığı eklemeler ve düzenlemeler, bu insanlık mirasının bugün hâlâ ayakta kalmasında çok büyük rol oynamıştır.

Fatih Sultan Mehmed Han’ın bahse konu vakıf senedinde yer alan bedduasının bir kısmı şu şekildedir:

“Eğer bu hayır müesseseleri yıkılacak olursa, ikinci defa, üçüncü defa ila ahir yeniden inşa oluna… Bütün bu şerh ve ta’yin eylediğim şeyler, tesbit edilen şekilde ve vakfiyede yazılı haliyle VAKIF olmuştur; şartları değiştirilemez; kanunları tağyir edilemez; asılları maksatları dışında bir başka hale çevrilemez; tesbit edilen kuralları ve kaideleri eksiltilemez; vakfa herhangi bir şekilde müdahale Allâh’ın diğer haramları gibi haramdır.

Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen bâtıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse; vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse; vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek ve vakfın bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse; veya şer’-i şerife aykırı olarak vakıfda tasarruf etmeye azm eylerse, mesela şeri’ata ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya ta’lik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey taleb ederse, kısaca bâtıl tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haramı işlemiş olur, günahı gerektiren bir fiili irtikâb eylemiş olur. Allâh’ın, meleklerin ve bütün insanların la’neti üzerlerine olsun. Ebeddiyyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse, vebali ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allâh her şeyi işitir ve her şeyi bilir (Kur’ân-ı Kerim, Bakara Sûresi, 2/181).”

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ