Batı Trakya Siyasetinin Ahlak Sorunu

Barış Hasan

Azınlıklar 19. yüzyıldan bu yana Avrupa’nın en önemli sorunlarından biri. İmparatorluklar döneminin sona ermesinin ardından eski kozmopolit yapılar yeni ulus devletlerin içinde farklı etnik grupları miras bıraktı. Avrupa’nın doğusunda Osmanlı mirası ve Orta Avrupa’da Habsburg Hanedanının yönettiği Avusturya’nın bıraktıkları 20. yüzyıl boyunca farklı etnik grupların ulus devletlerin içinde nasıl bir sosyal anlam ifade edeceği sorusunu siyasi literatürün başlarına yerleştirdi.

Tarihe kısaca bir göz atarsanız Avrupa’nın yaşadığı Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı gibi felaketlerin başat sebepleri arasında sınırların dışında yaşayan soydaş toplulukların ulus devletlerin genişlemeye yönelik amaçları için önemli bir araç olduğunu görürsünüz. Özellikle Balkanlarda, Osmanlı’nın bıraktığı Türk toplulukları, tabii ki bunların içinde Batı Trakya Türk Azınlığı, ve diğer ülkelerin komşu ülkedeki soydaş azınlıkları her zaman çözümsüz bir sorun olarak karşımızda durur. Aslında bu çözümsüzlük siyasi anlamda soydaş azınlığın anavatanı olan ülke ile azınlığın vatandaşı olduğu ülke arasındaki siyasi rekabetin bir gereğidir. Çözümsüzlük ortadan kalktığı zaman siyasi rekabet araçlarından biri yok olur. Bu da, devletlerin pek yanaşmadığı bir durumdur. Çünkü, uluslararası siyaset sorunlar üzerine kuruludur ve sorunların ortadan kalkması ulus devletlerin var olma meşruiyetine zarar verir.

Bu durumun, Batı Trakya örneğine uyarlanması ise Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlardan birinin yok olması anlamını taşır. Her iki devletin de en son isteyeceği şey bu olsa gerektir. Çünkü bölgedeki siyasi rekabeti sağlam tutan en önemli üç unsurdan biri, Kıbrıs ve Ege’den sonra Batı Trakya’dır, ya da daha geniş tabiriyle azınlıklar sorunudur. Önemle altını çizmeliyiz ki, Batı Trakya sorunu hiçbir zaman bitmeyecektir. Türk ve Yunan ulus devletleri var olduğu sürece, çocuklarımız, torunlarımız, torunlarımızın çocukları ve torunları vs. bu sorunu tartışmaya ve “sözde” çözüm aramaya devam edeceklerdir.

Halbuki herkes bu durumun gayet iyi farkındadır. Batı Trakya Türk Azınlığının içinde siyaset yürütenler de, Batı Trakya sorununun kendilerinin çok ötesinde bir uluslararası ilişkiler sorunu olduğunu anlamaktadırlar. Ve yine gayet iyi bilmektedirler ki, eğer bir çözüm olacaksa da, bu sorunu çözecek olan  Türkiye’nin ve Yunanistan’ın devlet yapılarıdır. Bu durumda elbette ki bir soru ortaya çıkıyor: Azınlık siyasetinin liderleri, Azınlık siyasetinin içindeki insanlar neden bu “gönüllü mücadele”nin aktörleri oluyorlar? Bu sorunun birincil tarafı olmadıklarını bildikleri halde neden sürekli ailelerine, eşlerine, dostlarına ayırdıkları kıymetli vakitlerinden feragat ederek bu dava uğruna koşuşturuyorlar?

Sorunun cevabı zor gibi gözükse de aslında çok basit. Batı Trakya siyasetinin içinde yer alan şahıslar aslında kendilerine biçilmiş rolü oynuyorlar. Bu noktada da, ahlaki bir sorun ortaya çıkıyor: Batı Trakya siyasetinin bir çözüme ulaşamayacağını bile bile bu siyasetin içinde yer almak bireysel hayattan feragati gerektirecek kadar ne sunuyor bu şahıslara?

Kısaca değindiğimiz gerçeklerden yola çıkarsak, kendilerine biçilmiş rolü oynayan Batı Trakya’nın politikacıları siyasi bir hedefe sahip olmadıklarına göre bu rolde sürekli yer almanın karşılığını alıyor olmalılar. Devletlerin kendilerine yüklediği bu aktörlük misyonu için verilen kavgalar da tezimizi kanıtlıyor sanki. Küçük bir toplumdaki siyasi önderlerin uzun süre aynı sahnede yer almaları alışılageldik bir durum olabilir. Ancak, alışılageldik olmayan bir durum var. Küçük bir toplumun içinde siyasi önder olabilmek için kavga verenlerin sayısının fazla olması bu toplumun nüfusuna oranladığınızda hiç de normal değil.

Diyeceksiniz ki, ne kadar çok insan, o kadar çok çözüm önerisi, o kadar çok plan, proje. Buna katılıyoruz. Ama, Batı Trakya örneğinde bu düşünceyi de yalanlayan bir durum söz konusu. Siyasi önderlik için kavga veren insanların çokluğuna rağmen öneri, plan, proje sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Eğitim sorunuyla ilgili, neredeyse herkesin savunduğu tezler aynı. İnanç özgürlüğü ile ilgili, hemen hemen herkes benzer tezleri savunuyor. Azınlığın kimliğiyle ilgili bir tane farklı düşünen siyasi önder göremiyorsunuz. Ya da varsa biz körüz göremiyoruz, affola. Batı Trakya’da siyasetin içinde yer almak için kavga verenlerin nüfusa oranla çok fazla olduğu bir davada çözüm önerilerinin azlığı dikkat çekiyor.

Şimdi, eski tabirle, vaziyet-i umumiyi görmeye çalışalım Batı Trakya ile ilgili olarak. Batı Trakya siyasetinde kavga veren çok, öneri getiren yok. Tezler iki devletin yazıp çizdiği tezler (bunun yanlışlığını ya da doğruluğunu tartışmıyorum, bu başka bir konu).

Ortada, siyasi olmayan bir pasta var. 120 bin nüfuslu bir toplumda bu pastadan pay kapmak için kavga veren siyasetçi adaylarının sayısı oldukça fazla. Bunun nedenini sorgulamanın vakti yavaş yavaş geliyor kanımca. Herkesin şapkasını önüne koyması durumları ortaya çıkar umuyoruz.

Siyasi kavganın sonuçları ise 86 yıl öncesinden farksız. 1923 sonrası tartışılan sorunlarla bugün tartışılan sorunların birebir aynı olması 86 yıldır bir çözüm üretilemediğini gösterir ki, demek ki Batı Trakya davasının aktörleri çözüme yönelik çalışmıyorlar. Bunu apaçık anlıyoruz. İki devletin diplomasi masasındaki sorunu aynen duruyor ve durmaya devam edecek gibi.

Peki! Yine eskilerin deyimiyle, sadede gelelim. Batı Trakya’nın azınlık politikalarının bir sonuca ulaşmadığını ve bu şekilde kuvvetle muhtemel ulaş(a)mayacağını görüyorsak ne yapmalıyız? Önümüzde örnekler var: azınlıkların mücadelesinde devrimci değişiklikler her zaman önemli etkiler meydana getirmiştir. Başka Avrupa ülkelerindeki veya Balkanlardaki azınlıkların mücadelelerine bakın. Bulgaristan’da, Romanya’da, Makedonya’da vs. akademik anlamda eğitimini iyi bir şekilde tamamlamış, uzmanlaşmış kadrolar gerektiği zaman sokağa da inerek mücadele veriyorlar ve haklarını alıyorlar. Sokağa indiklerinde savundukları şeylerin haklılığını çok iyi biliyorlar. Çünkü, kadrolara bakıyorsunuz biri uluslararası hukuk uzmanı, biri siyaset bilimci, bir dil bilimci, edebiyatçı, sosyolog vs… Entelektüel birikimleri fazla ve sokaktaki kavgalarını boşuna vermediklerini herkes biliyor. Bakalım Batı Trakya’ya: çocuğunu okutan bir aileye çocuğun ne okuduğunu sorun alacağınız cevaplar belli: işletme, tıp veya meslek okulu. Başka azınlıklar toplumsal mücadeleye adam yetiştirirken, bizim Batı Trakya piyasaya adam yetiştiriyor. Uzatmayalım. Batı Trakya’nın sonuca ulaşabilmesi, tezleri belirleyen iki devlete etki edebilecek güce kavuşması için kısa yoldan iş hayatına atılacak nesillerden çok toplumsallığı anlayacak devrimci bir nesile ihtiyacı var. Bu şu anda olacak bir iş değil elbet. Ancak, mevcutlar yaşlandıkça, yeni yetmelerin de umutları artacaktır elbet.

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ