Kardere – Drimi

Kardere – Drimi

Kardere köyü Gümülcine’nin Kuzey doğusunda yer alan şirin bir dağ köyüdür. Gümülcine’ye 25 kilometre mesafedeki köy yerel idare olarak Kozlukebir Belediyesine bağlıdır. Kardere köyü; Aşağı Mahalle, Cami Mahalle, Çimenli, Kuz Mahalle, Yukarı Mahalle ve Dere Mahalle olmak üzere altı mahalleden oluşmaktadır.

Rodop Dağlarının başlangıcında Bulgaristan sınırına da nispeten yakındır. Yemyeşil doğasıyla etraftaki dağlarıyla, bol sularıyla adeta cennetten bir köşedir Kardere.
Kardere köyü bölgenin köklü köylerinden bir tanesidir. Gerek nüfusu bakımından, gerekse konumu bakımından Kardere geçmişte olduğu gibi günümüzde de insanıyla, gelişmesiyle örnek bir köy durumundadır.

Kardere köyünün şuandaki konumunun yakınında geçmişte var olan; Etmezköy, Kanlıköy ve Düzyayla köylerinin bir araya gelmesi sonucu oluştuğu düşünülmektedir. Bu yaşlıların anlattıklarından, oralardaki mezar kalıntılarından anlaşılmaktadır.

Etmezköy, Pirendağ çevresinde bulunmaktaydı. Kanlıköy, Kazal balkanının kuzeyinde bulunuyordu. Düzyayla ise Kardere köyünün kuzeyinde Asar Tepe’nin eteklerinde bulunuyordu.

Bu köylerde yaşayan halk veba salgını nedeniyle çok kayıplar vermiştir. Sonunda can korkusu yüzünden evlerini terk etmek zorunda kalmışlardır. Şimdiki Kardere köyünün bulunduğu mevkiye gelip yerleşmişlerdir.

Kardere köyü civarında değişik mesafelerde mezarlıkların bulunması da bu sözünü ettiğimiz göçü destekler niteliktedir. Diğer yandan şu anki köye yaklaşık 7 kilometre mesafede köyün insanına ait tarlaların varlığı da bu görüşü desteklemektedir. O zamanın ulaşım imkanlarıyla bu mesafede tarlaların işlenmesi imkansız olduğu anlaşılmaktadır. Aslında bu tarlaların bulunduğu yerlerde yaşamışlar uzun yıllar.

Köyde bilinen beş mezarlık bulunmaktadır. Mezar taşları üzerindeki eski Türkçe yazılardan 1300‘lü yıllara ait oldukları anlaşılıyor.

Köyün adının nereden geldiği ile ilgili olarak da çeşitli efsaneler anlatılmaktadır.

Bunlardan birincisi köyün adı aynen şimdi bilinip söylenmekte olan Kardere’dir. Kar ve dere. Şöyle açıklayalım:
Köyün batı yönünden, kuzeyden güneye doğru akmakta olan büyükçe bir çay bulunmaktadır. Bu çay yazları dahi kurumamakta ve etrafındaki araziye de can vermektedir. Daha doğrusu köye can katmaktadır. Çay etraftaki dağlardan akan derelerle beslenmektedir. Onlarca derenin suyu bu çaya akar. Dağlardan gelen dereler de kışın bu dağlara yağan karlar yavaş yavaş eridikçe akmayı sürdürür. Karın oluşturduğu dere. Yani Kardere. Köyün ismi de bu yüzden “Kardere” olmuştur.
İkinci bir görüşe göre, köyün etrafında bulunan dağlarda, dağınık ve küçük topluluklar mezralarda yaşamaktadır. Bu insanlar daha fazla hayvancılıkla geçimlerini idame ettirmektedirler. Hayvancılığın yanı sıra, bağ bahçe işleri ile uğraşmakta ve tahıl ağırlıklı olmak üzere toprağı çalışmaktadırlar.

Köyün şimdiki mevkiine yakın yerde, bir dul kadın (köylü dilinde karı) yaşamaktadır. Bu kadın hayvanlarını kaybettiğinde, yanı başında büyükçe bir çayın da aktığı bir burunda bulur. Burunun diğer tarafında ise bir dere vardır. Hayvanlarını bulduğu bu yer kadının hoşuna gider ve kulübesini buraya inşa etmeye karar verir. Kadının kulübesi dereye yakın olduğundan, “karının deresi” diye anılmaya başlar. İleriki yıllarda, çevre dağlarda yaşayan diğer insanlar da buraya yerleşince, (veba salgını yüzünden evlerini terkedip buraya gelmek zorunda kaldıkları da söylenir) köy meydana gelir ve adı “Karıdere” olur.

Şimdilerde ise köy, halk arasında “Kardere” olarak biliniyor.

1941-1944 arası Yunanistan Almanya tarafından işgal edilince, Yunanistan’ın kuzeyi ve Batı Trakya da Almanya’nın saflarında yer alan Bulgaristan’ın eline geçti. Bu yıllar Batı Trakya’da zor yılların, sefalet ve açlığın başladığı yıllardı. Kardere halkı da o yıllarda oldukça zor günler yaşamıştır. İnsanların sebepsiz yere dövüldüğü, malına el konulduğu ve namusuna saldırıldığı yıllardı. Aşağıda anlatılan olay bu yıllarda yaşanmıştır.

Kardere ve çevresinde hüküm süren “Yuvan” isimli Bulgar yetkili o yıllarda halka büyük bir korku yaşatmıştır. Kardere köyünden İdriz Hasan o dönemde babasının başından geçen olayı bize şu şekilde anlattı:
“Babam Balahor köyüne bir kuzu götürüp yerine değiş-tokuş usulü yarım çuval mısır almış. Fazla vakit kaybetmek istemez, zira o zamanın şartlarında yol uzundur. Acele etmezse çok geç saatlerde yolculuk etmesi gerekecektir. Bu da zaten yorgun olan babamın dönüşünü daha zor hale getirecektir. Hemen yola koyulur. Yavaş yavaş ilerlemektedir. Uzun oluktan geçtiği sıralarda artık epey karanlık basmaya başlamıştır. İlerledikçe iyice etraf kararmış ve hiç bir şey seçilemez hale gelmiştir. Bu arada bir kaç yüz metre gerilerde bir atlının gelmekte olduğunu farkedince telaşlanmış. Gelenin Bulgar Yuvan olduğunu düşünmüş. Zira o dönemin Bulgar yöneticisi çok acımasızdır. Hem taşıdığı yükü (mısır) alacak hem de bir temiz dayak çekeceği kesindi. Çünkü bu kişinin keyif için adam dövdüğü bilinmektedir. Babam çok korkmuştur. Artık çok daha hızlı ilerlemeye başladıysa da peşinden gelen atlıdan fazla uzaklaşamamıştır. Geri baktığında kendine fazla yaklaşmadığını görünce biraz olsun rahatlar gibi olsa da, tam dönemece vardığında atlının da bir önceki dönemeci aştığını, ona doğru ilerlemeye devam ettiğini görünce yine korku ve telaş kaplamış içini. Ancak artık fazla gücü kalmamış. Böyle giderse bırak uzaklaşabilmeyi, babam yakalanacağını düşünmeye başlamış.

Tek çare bu karanlıktan istifade edip balkanın içine girip kayboluvermektir. Babam da onu yapmış. Pirennardı’nda (Pirennerardı) Hasancıkların kış ağılının yanında yoldan ayrılıp ağaçların arasına dalıp beklemeye başlamış. Nefesini tutmuş, her ihtimale karşı bütün önlemlerini almış. Atlı epey yaklaşmış, yavaş yavaş onun bulunduğu noktaya geliyormuş. Acaba gerçekten babamın düşündüğü gibi bu atıyla gelen Yuvan mıydı? Eğer Yuvan ise babamı görmüş müydü? Atlı sonunda babama iyice yaklaşmış. Gelen atlı zannettiği gibi Yuvan değil, Küçürenli Küçük Hasan imiş. Ama yaşadığı korku ona yetmiş.”

Görüldüğü üzere o dönemde köyde bu ve bunun gibi olaylar çok yaşanmıştır. Köyün dağlık olması sebebiyle halk büyük korku ve sıkıntılar yaşamıştır.

Bu açlık ve sefalet yıllarında değirmenler ve değirmenciler hem köylüye, hem de çevre köylerden gelenlere büyük hizmet etmişlerdir.

O dönemde Kardere’de iki değirmen bulunuyormuş. Biri hala faaliyetini sürdürmekte olan değirmendir. Bu değirmen köyün kuzeyinde, çayın yanında bulunmakta ve birkaç ortak tarafından işletilmektedir. Yüzyıllardan beri geleneksel usül ile, getirilen buğday ve mısırlar öğütülmektedir.

Eskiden değirmenler bütün un ihtiyacını karşılıyormuş. Fabrikalar açılınca değirmenler fazla aranmaz olmuştur. Yine de çalışmaya devam etmişler çünkü insanlar mısırı değirmene getirmeyi yeğlemişlerdir. Son yıllarda değirmenlere talep bir hayli artmıştır. İnsanlar değirmen ununun daha sağlıklı ve daha leziz olduğunun farkına varmışlardır.

Değirmen su ile çalıştığı için yazın çalışmamaktadır. Sonbaharda ilk yağmurlar düşünce çaya su gelince değirmenci yine değirmene gelir ve çalışmaya başlar.

Kardere’de 1970’li yıllara kadar çalışmış olan ikinci bir değirmen daha varmış. Değirmenci Salih’e ait bu değirmen, köyün güneyinde çaya yakın bir yerde bulunmaktaydı. Değirmenlere fazla rağbet olmadığı yıllarda faaliyetine ara vermiştir. 1975-76 yıllarında Kardere’den Hemetli yönüne yol açılırken, dinamit patlatılmış, değirmenin üst yanındaki sarp kayalar havaya uçurulmuş ve değirmen büyük çapta hasar görmüştür. Ondan sonra da bu değirmen tekrar onarılmamıştır.

Köye elektrik 1986 yılında gelmiştir. Ancak televizyon köye daha erken gelmiş. Nedeni de köy halkı özel bir mekanizmayla dere suyunu adeta termik santral gibi kullanmış ve kendi elektriğini kendi üretmiştir. İlk baştan bu alet akü, daha sonra da jeneratör ile çalıştırılmış ve köye elektrik verilmiş.

Köy, konumu itibariyle tarım için fazla elverişli değildir. Köyün batı tarafında, kuzeyden güneye akmakta olan çayın her iki yakasında bulunan arazilerde sulamalı tarım yapılmaktadır. Daha uzakta, yükseklerdeki arazilerin ise çoğu modern iş makineleri için uygun olmayan yerlerdir.

Köyün, nüfusuna oranla yeterli tarım alanı olmadığından son yıllarda halk, ova köylerden yer kiralayıp, temel geçim kaynağı olan tütünü yetiştirmektedir.

Tütünün yanı sıra tahıl (mısır, buğday, arpa, yulaf) da yetiştirilmektedir. Elde edilen ürün, daha fazla hayvan yemliği olarak kullanılmaktadır. Çaya yakın tarlalarda ise, ticaret için olmasa da, kendi ihtiyaçlarını karşılamak için sebze ve bakliyat yetiştirilir.

Kardere halkının önemli bir gelir kaynağı da hayvancılıktır. Her hanede az sayıda da olsa büyükbaş hayvan bulunmaktadır. Bunlardan süt, yoğurt, peynir olarak yararlanıldığı gibi, yılda bir yetiştirilip satılan 1-2 dana da aile bütçesine katkı sağlamaktadır.

Küçükbaş hayvan besiciliği de epey gelişmiştir. 1.000 civarında koyun ve 5.000 civarında da keçi burada bakılmaktadır. Bu hayvanlar da köy için çok önemli bir gelir kaynağıdır.

Yetmişli yıllarda bölgenin tamamında olduğu gibi, köyde de birçok genç kazanç kapısı olarak gemiciliğe bel bağlamış, Atina ve Pire’ye gitmiş. Bu durum doksanlı yıllardan sonra neredeyse tamamıyla sona ermiştir. Çünkü artık gemilere işçi olarak yabancı ülkelerden de daha ucuz çalışan işçi alınmaya başlanmış ve gemicilik cazibesini kaybetmiştir.

Son yıllarda özellikle gençler, köy dışına işçi olarak çalışmaya gitmeye başlamıştır. Daha fazla inşaat sektöründe çalışan bu gençler, ailelerin artan ihtiyaçlarını karşılama gayreti içindedir. Bunun dışında birçok genç Hollanda’da tersanelerde ve seralarda çalışarak hayatlarını idame ettirmektedirler.

Kardere köyü nüfusunu verdiği göçlere rağmen korumuştur. Hatta yakın geçmişe göre son yıllarda bir artış da gözlenmektedir. Köy halkı bu güzel köyü terk etmek istememektedir. Köy yaklaşık olarak 110 haneden oluşuyor. Nüfus ise 350 civarındadır. Son beş asra bakıldığında köy dışarıdan hiç göç almamıştır. Bu köydeki insanların çoğunlukla birbirlerine uzaktan yakından akraba olduklarını söyleyebiliriz. Elbette ki evlilikler yoluyla köye başka köylerden insanlar (gelinler) gelmiştir.
Kardere Köyü İlkokulu bugün 20-25 öğrencisiyle eğitim ve öğretimine devam etmektedir.

Köy camii de hemen okulun yanındadır. Bu eski yapı halen ihtiyacı karşılamaktadır ancak caminin minaresi olmaması bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır.

Batı Trakya’nın tamamında olduğu gibi Kardere halkı da Lozan Antlaşması ile burada bırakılınca, Yunanistan’da yaşamaya devam etmiştir. Lozan Antlaşması’na göre mübadele dışında bırakılan Batı Trakya bölgesindeki Müslüman ahali ve İstanbul’daki Hıristiyan ahaliye Etabli Belgesi (bu bölgelerde yerleşik olduğunun belgesi) verildi. Elbette ki nüfus sayımı ve kayıtlar da yapılmıştır. Kayıtlar yapılırken her nedense soyadlar yazılmayıp, soyadı yerine baba yada dede adı yazılmış. Böylelikle kimliklerde gerçek soyadlar yer almıyor. Fakat her ailenin bir soyadı bulunuyor. Buna göre Kardere köyünde yaşayan belli başlı aileler şu soyadları ile anılıyor: Kölemenler, Hasancıklar, Dökmeler, Paçalar, Cıvanlar, Pençeciler, Salimler, Bayramoğulları, Kasapaliler, Kasaphüseyinler, Halilağalar, Akaliler, Değirmenciler, Hatipler, Kocamustafalar, Mollaaliler, Karahasanlar, Hacıoğulları, Davulcular, Yusufağalar, Tahiroğulları, Alicikhasanlar, Çavuşoğulları, Çolaklar, Aliosmanağalar, Küçükahmetler, Yakuplar, Yunusağalar, Tilliler, Latifhocalar, Çorbacılar, Karahüseyinler, Seymenler ve Saliağalar.

Kardere halkı sevecen, yardımsever, elibol ve kanaatkardır. Kıtlık dönemlerinde, büyük salgın ve kıran dönemlerinde Düzyayla mezrasından sahipsiz cenazeleri kaldırmış ve defnetmişlerdir. Kimsesiz kalmış, yardıma muhtaç insanlara kucak açmışlardır. Para toplayıp ihtiyaç sahiplerine sahip çıkmayı bir görev saymışlardır.
Bu tutumlarından dolayı Kardere köyüne 1900’lü yıllarda etrafındaki ormanların neredeyse tamamına yakını verilmiştir. Bu açıkça senetlerle sabit olduğu bilinmektedir. Bu yerler, Hamaz’dan Uzunoluk’a, Dölağıl’dan Düzyayla’ya, Akpınar, Aktoprak, Sapardere, kısacası balkanın büyük bir bölümü Kardere’ye verilmiştir.
Köy çevresinde bir çok tarla bulunmaktadır, bu tarlalar da şu isimlerle adlandırılmaktadır: Karşıcık, Camaltı (Camialtı), Hıyarlık, Arkbaşı, Korusırtı, Yamaç, Bostanlıkdere, Gedik, Kışla, Aşağıbağ, Çayır, Sarmaktarla, Ellikayrak, Kahramandere, Sazlıpınar, Pıtraklı, Akkaya, Killicek, Bıçakçılar, Dutlar, Kiraztarla, Pınarlıpocar, Eriklerdere, Pirennardı (Pirenlerardı), Deveboyu, Pirendağ, Ortacı, Kirazyanı, Domuzyalağı, Ada (Üç tarafından çay veya dere akar), Pobuççu, Hüseyintarla, Pazartarla, Pocar, Hasankışla, Karabübet, Çıplakburun, Sarargediği, Çal, Canavareldi, Eğriburun, Mezarlıkdere, Meşeltarla, Taştarla, Taştepe, Ücek, Somaktarla, Kılıçtarla, Karakuz, Yurtyatağı, Bara, Güvemce, Yukarıçay, Sazlıpınar, Başgediği, Paracıktarla, Solakdere, Bekircetarla, Tuzlaburun, Kavakaltı, Mercimektarla, Tavşantepe, Aktoprak, İlkembez, Kumtarla, Kapılık, Omartarla, Ellikayrak, Kuçiren, Hamaz, Tokatağıl, Dölağıl, Tuzlaçay, Damtarla, Sarıçepiş, Ketenlik, Palfadar, Pançatarla, Madensırtı, Yanbakpara, İkipınarlar, Saulucak, Kavaklıpınar, Hasantarla, Büyükçal, Demirkaya, Katiceltarla, Burgaçtarla, Kurtkaya, Düğünlük Sivrisi, Kazanpınarlar, Deliahmedin Kışlası, Damlarburun, İncecikburun, Tatarın Mezarın Burunu, Arpalık, Becere Burun, Davuşluk Tarla, İmamoğlun Düzü, Değirmendere, Doğancakayalar, Ağılburun, Ağlatova, Kumpillik, Horaşa, Palamıstarkaya, Sapardere, Soğukpınarlar, Somaktarla, İkiztarla, Arpacık, Sivilcekaya, Karamıklı, Bayramkışla, Eğreltipınar, Yanıklık, Kocakuz, Çelekçeburun, Oyunyeri, Demirmezarlığı, Sırakayalar, Karapırnal, Domuzazmağı, Omartarla, Çaldüzü, Solakdere, Çingenekonağı, Değirmenardı, Sırakozlar, Çardaklı, Bakacak Kayaları, Taşarası, Adaardı, Oynalcak.

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ