İlk Türk Cumhuriyeti “Batı Trakya Türk Cumhuriyeti” nin 100. Yılı

İlk Türk Cumhuriyeti “Batı Trakya Türk Cumhuriyeti” nin 100. Yılı

“Tarih nankör değildir, bir hizmeti unutmaz;
İstikbalin vicdanı aşk istemez, kin tutmaz.”

Batı Trakya Bölgesi hiç şüphesiz ki Türk tarihi açısından özel bir konum teşkil etmektedir. Osmanlı Devleti’nin Dağılma Dönemi’nde büyük ve orta ölçekli devletlerin bölge üzerindeki farklı stratejileri ve buna karşılık Türk Devleti’nin ve halkının bu oyunları bozmaktaki azmi Batı Trakya’nın tarihsel ve efsanevi boyutu hakkında bize bazı fikirler verebilir. Ne var ki günümüzde halen popülaritesini koruyan ve Türk-Yunan ilişkilerinde türlü dalgalanmalara neden olan Batı Trakya’nın tarihsel süreç içerisinde incelendiğinde göze çarpan en önemli özelliği, Osmanlı askerlerinin ve bölge halkının kurdukları Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’dir.

Bağımsızlığını yeni kazanan Balkan devletlerinin birleşerek Osmanlı Devleti’ne sırayla Karadağ, Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan’ın harp ilanları I.Balkan Savaşı’nın başlangıcını oluşturur. Yıllarca süren harplerin yorgunluğunu üzerinde hisseden Osmanlı Devleti bu savaşa hazırlıksız yakalanmıştı. İkmal ve Levazım Teşkilatı’nın bozuk olması,muharebe gücü yüksek, deneyimli 120 tabur askerin terhis edilip Anadolu’ya gönderilmesi, askerin beslenme sıkıntısı,aynı zamanda ordunun siyasete karışması sonucu komutanlar arasında oluşan anlaşmazlık ve Balkan devletlerinin birleşmesine ihtimal vermeyen Osmanlı Devleti’nin sorumsuzluğu bu savaşın aleyhimizde sonuçlanmasında belirleyici olmuşlardır. Osmanlı ordusunun kısa sürede dağılması, Ekim sonlarında Bulgaristan’ın Çatalca önlerine gelmesine ve Osmanlı Devleti’nin Makedonya’yla irtibatının kopmasına neden olmuştur.Sırpların Üsküp’e girmesi ve Arnavutluğun işgal edilmesi artık Balkanlarda söz sahibi olmadığımızın göstergesidir. I. Balkan Savaşı sonucunda 30 Mayıs 1913’te Londra Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Midye-Enez hattının batısında kalan bütün topraklar Balkan Devletlerine bırakılmış, Bulgaristan Dedeağaç ve Kavala arasındaki toprakların sahibi olarak Ege Denizi’ne çıkmış ve Osmanlı Devleti’nin batıdaki tek sınır komşusu olmuştur. Osmanlı’dan aldıkları toprakların paylaşılması konusunda birbirleriyle tutarsızlığa düşen Balkan Devletlerinin farklı menfaat algılamaları II.Balkan Savaşı’nın temelini oluşturur. Romanya’nın da çatışmalara intikali savaşa geniş bir boyut kazandırmıştır. Sofya merkezli çıkan bu savaş Bulgaristan’ın fazlaca hırpalanmasına neden olacaktır. Bulgaristan’ın içinde bulunduğu açmazdan faydalanmayı bilen Osmanlı Devleti Türkler için namus demek olan Edirne’yi geri almıştır. bu savaş sonunda Osmanlı Devleti’yle Bulgaristan arasında İstanbul Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmaya göre Edirne ve Kırklareli Osmanlı Devleti’ne geri verilirken; Yunanistan ile Osmanlı Devleti arasında da Atina Antlaşması imzalanmıştır.

Batı Trakya, 1912’de Balkan Savaşlarının hemen başında Bulgarlar tarafından; II.Balkan Savaşı esnasında da Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Ancak II. Balkan Savaşı sonucunda imzalanan Bükreş Antlaşması Batı Trakya’nın bir kısmını Bulgar Devleti’ne bırakırken; Yunan tarafı bu bölgenin teslimi konusunda olabildiğince sorunlar çıkarmış hatta Batı Trakya sorununa Osmanlı Devleti’ni de karıştırmak istemiştir. Yunanlıların bu şekilde düşünmelerinde haklı gerekçeleri olduğu kesindir. Batı Trakya’nın Bulgarlar tarafından işgal edilmesinden sonra bölge Rumlarını Bulgaristan’ın zulmünden ve kötü idaresinden koruma isteği ve son zamanlarda hayli toprak kaybetmiş olan Osmanlı Devleti’ni de bölge sorununa karıştırarak Batı Trakya’yı Türklerden daha kolay alabileceğini umması Yunanlıların politik tutumlarını yansıtır. İşte bütün bu hesapların içinde II.Balkan savaşında Bulgaristan’ın içine düştüğü güç durumdan yararlanan Osmanlı Devleti 23 Temmuz 1913’te Edirne’yi geri almış ve Meriç nehrine kadar olan topraklarını kurtarmıştır. Ancak Meriç nehrinin batısında kalan ve yüzde seksen beş gibi büyük bir oran teşkil eden Batı Trakya’daki Türk nüfusunun geleceği Bab-ı Ali yönetimince üzerinde düşünülmeye değer bir konu olmuştur.

II.Balkan Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin savaşa katılmaması konusunda sıkça nasihatlerde bulunan Batılı Devletler, Edirne’nin kurtarılışından sonra Osmanlı yönetiminden Meriç nehrinin batısına geçilmeyeceğine dair garanti almışlardır. Ordumuz bu kuralı hiçe sayarak Edirne’nin kurtarılışının hemen sonrasında 3000 kişilik bir akıncı müfrezesiyle Bulgaristan topraklarına girmiş, Habibçe, Harmanlı ve Hasköy’de akınlar gerçekleştirmiştir. Ancak nabız yoklama amacı taşıyan bu akınlar sonucu müfreze tahmin edilen tepkiyi görmüş ve Bulgaristan’ın Rusya ve Batının önde gelen devletlerine yaptığı baskı neticesinde Edirne’ye geri çekilmek zorunda kalmıştır. Tarihte ‘Edirne Fatihi’ olarak da bilinen Yarbay Enver, bu 3000 kişilik müfreze içerisinden 16 subay ve 100 erden oluşan 116 kişilik bir çete kurmuş ve Eşref Kuşçubaşı’nın emrine verdiği bu birliği talimatıyla Edirne’den Ortaköy üzerine göndermiştir. Birlik Ortaköy’e geldiğinde Papazköy civarında 1200 kişilik Bulgar Domuzciyef çetesi tarafından katledilen 400 Türk’ün cesetleriyle karşılaşmıştı. Bunun üzerine Eşref Bey Bulgar katilleri bulup cezalandırmak için Koşukavak üzerine yürümeye karar vermiş ve 16 Ağustos 1913’te Koşukavak’taki çarpışmada Bulgar çetesinden 83 er, Domuzciyef’le birlikte 5 subay ve 6 kaptan tutsak edilmiş, geri kalan ise dağıtılmış veya yok edilmişti. Müfreze Koşukavak’ta milli bir tabur kurmuş, Kamber Ağa isimli bir kişiyi hükümet reisi olarak tayin etmiş ve burada durmayarak Mestanlı üzerine yürümüştür.18 Ağustos 1913’te Mestanlı muharebesiz olarak ele geçirilmiş ve ertesi gün kısa bir çarpışma neticesinde Kırcali de alınmıştı.Burada 600 kişilik milli bir tabur meydana getirilmiş; Mestanlı ve Kırcali’ye de birer hükümet reisi tayin edilmiştir. Sonuçta bu üç kazada da asayiş sağlanmış ve kazaların idaresi sadece Eşref Bey’in müfrezesine bağlanmıştır. Bütün bu gelişmeler İstanbul yönetimince hiç de hoş karşılanmamıştı ve birliğe daha fazla ileri gitmemesi emri verilmişti.Bunun üzerine Eşref Kuşçubaşı bağlı bulunduğu Enver Bey’le bizzat irtibata geçmiş ve Batı Trakya’nın tümünün işgalini içeren bir talimat almıştı. Ayrıca, Enver Bey bir grup subay ve askeri daha bölgeye takviye etmişti. Bu gönderilen birlik içerisinde sonradan Teşkilat-ı Mahsusa’nın reisliğini ve I.Dünya savaşında da Irak cephesi komutanlığını da yapacak olan Süleyman Askeri Bey de bulunmaktaydı. Böylece Batı Trakya’daki mücadele dönemi ayrı bir döneme girmiş oluyordu.Sağlanan bu taze güçle birlikte ‘yeniden fetih’ çalışmalarına devam edildi. 31 Ağustos 1913’te Gümülcine, 1 Eylül 1913’te ise İskeçe yeniden Türk’ün diyarıydı. Yapılan bütün bu çarpışmalar sonucunda Dedeağaç haricinde –o zaman Yunanlıların kontrolündedir- Batı Trakya işgal edilmiş ve Meriç boyları Bulgar unsurlardan arındırılmıştı.

Gümülcine’nin kurtarılmasından sonra Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi kurulmuş ve reisliğine de Salih Hoca getirilmiştir. Ancak,Süleyman Askeri Bey Erkan-ı Harbiye ve Garbi Trakya Hükümeti İcraiye reisi olarak bütün yetkileri elinde bulundurmakla bu hükümetin de üzerinde bir otoriteye sahip olmuştu. Batı Trakya’nın işgalinin genişlemesiyle Garbi Trakya Muvakkat Hükümeti’nin kurulması,Sofya ve İstanbul yönetimlerini şaşkınlığa uğratmış ve bu ilerleyişin büyük bir tehlikeye gebe olduğunu düşünen Büyük Devletler ise Osmanlı Devleti’ni uyarma yoluna gitmişlerdir. Dedeağaç haricinde Batı Trakya’nın tamamını kontrol altında tutan Türk kuvvetinin Dedeağaç üzerine yürüyecekleriyle ilgili olarak istihbarat aldıklarını söyleyen Batılı devletler Osmanlı’dan kuvvetlerini geri çekmesini istediler. Bunların doğru olmadığını vurgulayan Osmanlı yönetimi birkaç birliğin sadece askeri manevralar için Meriç’i geçtiklerini, herhangi bir işgalin söz konusu olmadığını belirtmiş ve bölgeye giden kuvvetlerin derhal geri dönmelerini emretmiştir. Ancak geri çağrılan birliğin önde gelenleri bölgedeki Türk halkının yeniden baskı, zulüm ve sefalet altında yaşamalarından yana değildiler. İstanbul yönetimince kendilerine tebliğ edilen emri hiçe sayarak Osmanlı Devleti’yle maddi ilişkilerini kesmekle kalmamış; Batı Trakya’da bağımsızlık ilan etmişlerdir. Netice itibariyle 12 Eylül 1913‘te Garbi Trakya Müstakil Hükümeti adıyla tarih sahnesine yeni bir Türk Devleti çıkmış bulunuyordu.

Başkenti Gümülcine olan bu yeni Türk Devleti siyasal yönetim açısından cumhuriyet rejimini temsil ediyorken Türk Tarihinin labirentlerinde bir ilki temsil ediyordu. Batı Trakya Türk Cumhuriyeti, Kars civarında 1918’de kurulan Azerbaycan Türk Cumhuriyeti’nden 5 yıl önce, Ulu Önderimizin 29 Ekim 1923’te kurduğu cumhuriyetten de 10 yıl önce fiiliyata geçmesi bakımından ilginçtir. Yeni Devlet, ay yıldızlı,yeşil,beyaz bayrağı kullanmıştır. Siyah matemi, yeşil Müslümanlığı, beyaz ise aydınlık günleri temsil etmekteydi. Ayrıca, cumhuriyetin ileri gelenleri amaçlarının ne olduğunu bildirmek ve seslerini dünyaya duyurmak için Batı Trakya ajansını kurmuşlar ve bununla ilgili olarak Samuel Karaso adında bir Yahudi’yi görevlendirmişlerdir. Türkçe ve Fransızca yayın yapan bağımsız anlamına gelen ‘’independant’’ isimli bir gazete çıkarılmış; hatta Süleyman Askeri Bey tarafından Batı Trakya için milli bir marş bile kaleme alınmıştır. Yunan ve Bulgar posta pulları geçersiz sayılmış ve yerine hükümet tarafından yeni pullar bastırılmıştır. Batı Trakya’nın Bulgarlara karşı savunulması amacıyla savunma planları yapılmış ve askeri kuvvetler buna göre tertiplenmiştir. İstanbul’dan Eylül sonlarında 3.000 tüfek ve 500 sandık mermi getirilmiş,Ekim ayında ise devlet bütçesi hazırlanmıştır. Devletin asker sayısı 30.000 kadardır. Bunların 6.000’i Osmanlı askerlerinden,geri kalan 24.000 ise bölge insanından oluşmaktadır. Bütün bu gelişmeler bize devlet yönetim organlarının teker teker oluşturulduğunu gösterirken, Türklerin teşkilatçılık özelliğini bir kez daha ortaya koyar.

O sıralarda kadronun önde gelen isimlerinden biri olan Yüzbaşı Yakup Cemil kat edilen mesafeyi şöyle anlatır: ’’Balkanlara hızla girip,kaybettiğimiz topraklarımızı geri almamız üzerine Düveli Muuazzama derhal sadrazamın makamına koştular. Güya, Londra Antlaşması’nı tek taraflı olarak bozmuşuz, hemen işgal ettiğimiz topraklardan çıkmalıymışız. Kim kimin toprağını işgal etmişti? İttihat ve Terakki’nin uygun görmesiyle Süleyman Askeri Bey, Eşref Kuşçubaşı, Çerkez Reşid, Sapancalı Hakkı ve Fehmi Beyler gibi arkadaşlarla Meriç’i geçip Trakya’ya daldık. Gümülcine, Kırcali, Dimetoka gibi yerleri bir bir geri aldık. Serez’e de el atıp Yunan hududuna dayandık. Bulgarların Ege bağlantısını kesmiş olduk.Avrupa ayağa kalktı. Dış baskıları azaltmak için Garb-i Trakya Muvakkat Hükümeti’ni kurduk. Bu bir cumhuriyetti ve Türk tarihinde bir ilki gerçekleştirmiştik. Bayrağımız vardı, başkentimiz Gümülcine’ydi, pul bile bastırmıştık’’.

Bir tarafta kendi askerlerinin başarısı öbür tarafta hatırı sayılır devletlerin gelişmelere olan muhalefeti arasında sıkışıp kalan Osmanlı Devleti ve başından beri gelişen hadisleri kendi politik çıkarlarına aykırı bulan Bulgaristan yeni kurulan Türk Devleti’ni resmi manada tanımamışlarsa da Yunanistan bu devleti memnunluk içinde karşılamıştır. Bunun doğal sonucu olmalıdır ki, 2 Ekim 1913’te Dedeağaç, Yunanlılarca Türk Devleti’ne bırakılmıştır. Hatta Yunanlılar silah ve cephane yardımı bile yapabileceklerini belirtmişlerse de bunun sadece boş bir söz olduğu zamanla anlaşılmıştır.

Ne var ki, bütün bu hadiseler Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin kalıcılığını sağlayamamıştır. Bulgaristan’ın Batılı Devletler ve Rusya nezrinde yaptığı girişimler sonucu Osmanlı Devleti uluslar arası ilişkiler ekseninde hayli sıkıştırılmıştır. Bu baskılara daha fazla dayanamayan Osmanlı Devleti Bulgaristan’la 29 Eylül 1913’te İstanbul Antlaşmasını imzalamış ve Batı Trakya’nın Bulgaristan’a ilhakını resmen onaylamıştır. Ayrıca, Batı Trakya Hükümeti üyelerinin ve bu hükümet yanlısı kişilerin İstanbul Antlaşması’na uymaları ve bu yoldan vazgeçmeleri istenmiş, bu kişilerin bölgeyi en geç 25 Ekim 1913 gününe kadar Bulgarlara teslim etmeleri için mühlet verilmiştir. Nitekim, 25 Ekim 1913’te Batı Trakya Müstakil Hükümeti kendini feshederken; İstanbul’dan gelen Albay Cemal Bey’in gözetiminde Bulgar kuvvetleri bölgenin işgalini 30 Ekim’e kadar sessizce tamamlamışlardır. Ancak, Devletin silah ve cephanesi ileride yeniden kullanmak ümidiyle saklanmıştır.

Osmanlı Devleti’nin bölgeyi Bulgarlara bırakmasının nedeni bazı kaynaklarda İttihat ve Terakkinin iç politik çekişmelerinin sonucu olduğu şeklinde de geçmektedir. Şöyle ki, Osmanlı Devleti’nin yönetimini beğenmeyen Türk aydınlar birer birer Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ne akın etmişler ve Devlet yönetim kademelerinde yer almışlardır. İş, bu safhaya varınca kurulan yeni Devlet Osmanlı için potansiyel bir rakip durumuna gelmiştir. Ancak, olaya yalnızca “iktidar olma hevesi uğruna İttihat ve Terakkinin Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ni gözden çıkardı” diye bakmak bizi yanlış sonuca ulaştıracaktır. Babı Ali baskınından sonra devlet kademelerinde görev alan İttihat ve Terakki üyelerinin basiretsiz uygulamaları ve yabancı devletlerin telkinlerine uyularak yürütülen bir dış politika böyle bir sonucun meydana gelmesinde belirleyici olmuştur. Ancak, Bulgarların silah gücüyle yıkamadıkları Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ni başka bir Türk Devletinin aracı edilerek tarihten silinmesi Osmanlı Devleti üzerinde olumsuz tenkitler yapılmasına zemin hazırlamıştır. Netice itibariyle 55 günlük siyasi bir ömürden sonra Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin tarih sahnesinden çekilişi ve bölgenin Bulgarlara bırakılması Batı Trakya Türk Halkı üzerinde hayal kırıklığı yaratmıştır. Hükümetin yönetici kadrosu İstanbul’a geri dönmüş olsa da Enver Bey imam, köylü ve iş adamı kılığında Teşkilat-ı Mahsusa ajanları göndererek Batı Trakya’da Türk kimliğini ve etkinliğini korumaya çalışmıştır. Yıllar sonra bakıldığında Enver Bey’in uygulamasının başarılı olduğu görülür. Türk-Yunan ilişkilerindeki Batı Trakya sorununa Yunanlıların tarihsel bir perspektiften bakıp, 1913’teki olayların analizini yapması radikal politik tutumları bir tarafa bırakıp ılımlı bir siyasa izleyeceğini zaman kanıtlayacaktır.

Teşkilat-ı Mahsusa ve Batı Trakya Cumhuriyeti’nin Teşekkül Sebepleri

Balkan jeopolitiğindeki bütün gelişmeler Batı Trakya Türk Cumhuriyeti lehinde olmasına rağmen; Enver Paşa ve trio’sunun girişimleriyle 29 Eylül 1913 Osmanlı-Bulgar detantı bahis mevzuu edilerek Batı Trakya Türk Cumhuriyeti mülga hale getirilmiştir. Bu mümtaz Türk Cumhuriyeti’nin mülga hale getirilmesi ne dün, nede bugün ve hatta atideki müstakbel nesillerin asla tasvip etmeyeceği iğrenç bir ihanettir.

TÜRKİYE, İstanbul: Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin teşekkülü Balkan Türklüğü ve evlad-ı fatihan nezdinde de ve keza Türklük dünyasında coşkun bir sevinç halesi meydana getirmişse de; kısa süre sonra herhangi mucip bir sebep olmadığı halde; mülga ve münfesih hale irca edilmesi ise; kat’iyetle yalnız Batı Trakya Türklerini değil; bütün Balkan Türklüğünü manevi bir hüsrana sevk etmiş olup; toplumu adeta demoralize etmiştir.

Halbuki teşekkül eden bu devlet antibulgarist bir özellik ifade etmesine rağmen; Bulgar monarşist hükümet yetkilileri sosyopolitik diyaloga geçmiş ve böylelikle “Batı Trakya Cumhuriyeti”nin meşruiyetini resmen tanımıştır. Bu ciddi gelişmeye paralel Elefterios Venizelos yönetimindeki hükümet ise; defakto siyasi münasebet kurmuş ve cumhuriyet sorumlularına gönderdikleri “mesaj”da “Eğer Batı Trakya Cumhuriyet yöneticileri kurtuluş harekatını Tuna boyuna ve diğer yörelere teşmil edeceklerse en az 30 bin kadar “Yunan silahlı gücü”nü Batı Trakya Türk Cumhuriyeti sorumlularına her an verebileceklerini açıkça ifade etmişlerdir.

Balkan jeopolitiğindeki bütün gelişmeler Batı Trakya Türk Cumhuriyeti lehinde olmasına rağmen; Enver Paşa ve trio’sunun girişimleriyle 29 Eylül 1913 Osmanlı-Bulgar detantı bahis mevzuu edilerek Batı Trakya Türk Cumhuriyeti mülga hale getirilmiştir. Mücahitler bu girişime süratle ve şiddetle karşı çıkmış ve Dimetoka-Soflu güzergahında istasyon çevresinde yapılan uzun süreli savaşta mücahitler 38–40 şehit vermelerine rağmen; ittihat-terakkici siyasi mütegallibeler ise; 100’den fazla zayiat vermişlerdir. Bu gayet acı, üzücü ve müessif gerçekler ve bu facialar manzumesi toplumdan itinayla gizlenmiş ve görgü şahitlerince “gündeme getirmesi” ise önlenmiştir. Kaldı ki bu yöre insanı yıllarca ittihat-terakkici “siyasi mütegallibe”lerin çok yönlü psikolojik tehdit ve baskılarına açıkça muhatap olmuştur. Şu husus tarihi bir gerçektir ki; bu mümtaz Türk Cumhuriyeti’nin mülga hale getirilmesi ne dün, nede bugün ve hatta atideki müstakbel nesillerin asla tasvip etmeyeceği iğrenç bir ihanettir.

Bu hazin faciayı kaç kişimiz biliyor?

Bilindiği gibi; Balkan harbinde tarihi Edirne müstevli barbar ve sadist Bulgarlarca uzun süre muhasarada kalmıştır. Bir taraftan Edirne’deki Yahudilerin kesif provakatif faaliyetleri ve diğer taraftan da muhasara dışında sarp mevkilerdeki “Mehmetçik”leri demoralizeye yönelik menfi propaganda faaliyetleri gösterilmiştir. Müslüman Türk Milleti bir taraftan muhasaranın verdiği psikolojik debrasyon ve diğer taraftan ise, açlıktan inim inim inlerken ve Türk Ordusu’ndan muzafferiyet beklerken; ittihat-terakkici ve PTT’ci Talat adamları – ajanları vasıtasıyla çemberden ve istihkamlardan Türk askeri birliklerinin yoğun olduğu mevkiye girerek savunmadaki erata hitaben; “Bulgarlara karşı müdafaada bulunmanız gereksizdir. Çünkü Bulgarlar galip gelecektir. Fazla ve gereksiz zayiatı önlemek için teslim olunuz…”Vs. vs..

PTT’ci Talat efendinin belirli mevzilerdeki savunma birliklerindeki erata yönelik bu tarz menfi konuşmaları görevli zabitan süratle Edirne müdafaa komutanı(merhum) Şükrü Paşa’ya detaylı tarzda intikal ettirmişlerdir. Şükrü Paşa PTT’ci Talat’ın bu vahim ve müessif faaliyetlerini ayrıca ilgili “divan-ı harb”e intikal ettirdiğinden hakkında tutuklama, aksi takdirde; firara teşebbüs ettiğinden “vur kararı” çıkarmışsa da; bulunduğu yöredeki “X”ajanları vasıtasıyla zamanından evvel, firar ettiğinden infaz edilememiştir.

İşte; “evlad-ı fatihan” yüzyıllarca huzur içerisinde yaşadığı yörelerde içteki “patalojik düşman’ların ve hainlerin cephelerde, kentlerde ve önemli yerlerde yaptıkları “açık ihanet”leri sonucu kısmen de olsa mağlup edilmiştir. Bu meş’um ihanetler uzun yıllar Balkanların muhtelif bölgelerindeki bütün savaşlarda tezahür etmiştir. Şerefli Türk Ordusu’nu düşman güçler değilde; içimiz ve milli sinemizdeki menfur unsurlar zaman zaman ric’atlere mecbur etmiştir. Edirne muhasarasındaki PTT’ci Talat’ın hareketinde oldukça küçük bir “ihanet örneği”dir.

Enver Paşa’nın kesin emriyle 1914’te Ağustos’un son haftalarında Doğu’ya Sarıkamış’a her biri sırtındaki yazlık elbiselerle 90–100 bin Mehmetçik-Asker sevk edilmiştir. Rus Çarlık ordusuyla savaşmak için…

Kısa sürede mevsimin süratle ve tamamen kışa dönüşmesi ve kar tipisinin fasılasız devam etmesi çevreyle de her türlü ulaşımın kesilmesi sonucu en az 60–70 bin Mehmetçik-Asker yazlık elbiseler içersinde dondurucu soğukta kıvrana kıvrana onbinlerce-yüz binlerce adeta bilerek ve isteyerek hazin ölüm faciasını girdabına atılmıştır. Kim ve kimler tarafından mı? Darbeci ve İttihat-Terakki’ci Enver’le Talat ve avanesi tarafından… 6–7 yüzyıllık muhteşem imparatorluk 6–7 yıl gibi kısa bir süre de tarih sahnesinden ebediyen silinip gitmiştir. Kimler tarafından mı? Hürriyet havarileri tarafından. Bu hazin ve vahin facialar manzumesini bu Millet unutmadı ve asla da unutmayacaktır.

Teşkilat-ı Mahsusa Batı Trakya Cumhuriyetini Neden Teşekkül Ettirdi?

Teşkilat-ı Mahsusa ilk olarak 1909’larda şekillenmiştir. Çekirdek anlamındaki Teşkilat-ı Mahsusa 1911’de Bingazi’de Enver Paşa komutasında bağımsız birliklerle İtalyanlara karşı başarı göstermiştir. İstanbul’a kahraman olarak dönen Enver Paşa, I. Balkan Savaşı yenilgisinin ardından, Çatalca Savaşı’nda da başarısını tekrarlamıştır.

Bu savaşta Teşkilat-ı Mahsusa da katif bir şekilde rol oynamıştır. Teşkilat-ı Mahsusa, İttihat ve Terakki ile birlikte devletin içinde ve savaşın göbeğindedir. Başında da Enver Paşa’nın dostu olan ve çete savaşlarının uzmanı sayılan Süleyman Askeri Bey vardır. Teşkilat-ı Mahsusa tarih kitaplarında bulunmayan, anlatılmayan küçük vur-kaç eylemlerinin ardından, böylesine büyük bir eylemi başarıyla gerçekleştirebilmiştir. Bulgarların işgaline uğrayan bu bölgede 15 Ağustos 1913’te Kuşçubaşı Eşref ile Süleyman Askeri komutasında başlatılan direniş ve saldırı faaliyeti, 15 gün gibi kısa bir sürede ekibin istihbarattaki başarısı sayesinde sonuçlandırılır. Çünkü başındaki komutanların hepsi, özellikle Enver Paşa ve Süleyman Askeri bölge siyasetini, ekonomisini ve özellikle dil ve coğrafyasını çok iyi bilmektedirler.

Eşref bey

Batı Trakya’da Bulgar işgaline karşı mücadele eden Teşkilat-ı Mahsusa kadrosu şöyle oluşmaktadır:

Kuşçubaşı Eşref(Sencer), Binbaşı Süleyman Askeri, yüzbaşılar; Kısıklı Cemil (Irak’ta şehit düştü), İlyas Seçkin (sonra general), Fahri (şehit oldu), Akalı Kasım, Beşiktaşlı Ekrem, İhsan Eryavuz, Çolak İbrahim, Kısıklı Ali Rıza, Hilmi, üsteğmenler; Manastırlı Halim (Irak’ta şehit düştü), Fuat Balkan (sonra yüzbaşı), Fahri, Şehreminli Sadık, Ömer Lütfü Suman, teğmenler; Beykozlu Reşat, Nişantaşlı Sıtkı (şehit oldu), Filibeli Halim Cevad, Beykozlu Hasan, Tahsin, Refik, Besim, sivil istihbaratçılar; Manastırlı Hüsrev Sami, Hacı Sami (Kuşçubaşı Eşref’in kardeşi), Çerkes Reşid (Çerkes Ethem’in kardeşi), Çakır Efe, Sabancalı Hakkı, Tatar Hasan, Karakaş İbrahim, Silahçı ,Hüseyin, Karagümrüklü Etem Nuri, Cihangiroğlu İbrahim (Kafkaslyalı), Giritli İsmail Kaptan, Mamaka Mustafa Kaptan, Said Kaptan. Tğm. İşkeçeli Arif (sonradan Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkate’sinde faal). Teşkilat-ı Mahsusa, Meriç nehrinin ötesindeki bu eyleminde sadece toprak kurtarmakla kalmamıştır. İşinde usta olan her gizli servisin yapacağını yapmış ve aldığı topraklar üzerinde bir de geçici hükümet kurdurmuştur.

Fuat BALKAN

İşgal edilen topraklar üzerinde 31 Ağustos 1913 tarihinde ilk Türk Cumhuriyeti kurulmuştur. Süleyman Askeri Bey bölgenin İslam halkından ileri gelenleri Enver Paşa’nın gayretleriyle Gümülcine’de bir genel kongreye davet etmiştir. Bundan önce kurular “Muhacirin Müdüriyeti İdaresi”nin başına da Süleyman Askeri getirilerek bu tür hareketleri rahatça yapabilmesi sağlanmıştır.

Gümülcine’de Süleyman Askeri, “BATI TRAKYA MUHTAR TÜRK ÇUMHURİYETİ’nin ve Batı Trakya Muvaffak İslam Hükümeti” adı altında bir hükümetin kurulduğunu da ilan edecek düzeyde etkili çalışmıştır. İlan edilen Cumhuriyeti ve hükümeti, Yunanlılar ve Bulgarlar tanımak zorunda kalmışlardır. Hükümet hemen para ve pul bastırmıştır. Hükümetin geçici başkanlığını da teşkilatın güvendiği Gümülcine Belediye Başkanı getirilmiştir. Oluşturulan hükümetin üyeleri şunlardır: Cumhurbaşkanı Hafız Salih Efendi, Hafız Ali Galip, Hacı Saffet Bey, Hüseyin Paşa, Mehmet Paşa, Hacı İsa Efendi, Şükrü Bey, Süleyman Askeri, Hilmi Paşa, Kuşçubaşı Eşref (Sencer).
Teşkilat-ı Mahsusa’nın iki numaralı adamı Süleyman Askeri de yeni Cumhuriyet’in Genelkurmay Başkanlığı’nı yürütür. Ordunun temel kadrosu ise; şu gerilla subaylarından oluşmuştur:

Batı Trakya Genelkurmay 2.Başkanı Çerkes Raşit, Harekat Şube Müdürü Üsteğmen Manastırlı Halim, Topçu Kuvvetleri Komutanı Yüzbaşı İhsan Eryavuz, Süvari Kuvvetleri Komutanı Yüzbaşı İlyas Seçkin, Ağır Kuvvetler Komutanı Üsteğmen Ömer Lütfü, Akıncı Kuvvetler Komutanı Üsteğmen Sırçifeli Ekrem, Akıncı Kuvvetler İkinci Komutanı Üsteğmen İskeçeli Arif, Hücum Taburu Komutanı Yüzbaşı Kısıklı Cemil, Milli Kuvvetler Komutanı Kuşçubaşı Eşref Sencer, Kuvayı Milliye Müfreze Komutanı Manastırlı Hüsrev Sami, Kuvayı Milliye Müfreze Komutanı Cihangiroğlu İbrahim…

“Ordunun Edirne üstüne hareketi sırasında hükümetçe neşrolunan beyannamede, ordumuzun Meriç nehrini katiyen geçmeyeceği açıkça taahhüt edilmişse de, o zaman ordu zihniyetinin ruhu olan bazı kimseler bu taahhüdün isabetsizliğini dikkat nazarına alarak hükümet bağlı olmayan yarı resmi bir Teşkilat-ı Mahsusa (Hususi Teşkilat) nın Meriç nehrinin öte tarafında kendi istediği gibi hareket etmesine göz yummak esasını başkumandanlığa ve hükümet kabul ettirdiler. Ve bu Teşkilat-ı Mahsusa akıllı ve süratli bir hareketle Mesta Kası vadisine kadar bütün Batı Trakya’yı işgale muvaffak oldu. Garbi Trakya kıtası Edirne vilayetinin Ortaköy ve Kırcaali kazalarıyla bütün Dedeağaç ve Gümülcine sancaklarını ve nüfusun yüzde 95’i İslamlardan terekküb eden mühim bir bölgedir. Bu kıtayı işgal eden Teşkilat-ı Mahsusa’nın başında şehit Süleyman Askeri Bey bulunuyor ve Çerkes Yüzbaşısı Reşit ve İzmirli Eşref ve kardeşi Sami ve yine Yüzbaşı Fehmi Beylerle daha bazı zevat asli erkanını teşkil ediyorlardı.”

Süleyman Askeri’yle Hafız Ali Galip’in samimi işbirliğinin mahiyeti

Mezkur tarihte Rodop ve Batı Trakya’daki Türk unsurunun içersinde belirli fakültelerden mezun olanların sayısı oldukça gayet mahdut idi. Bu tarihlerde ise; Hafız Ali Galip İstanbul’da üniversite (yüksek öğrenimini) takdirle tamamlamış olup; istikbalde “hakim” olmayı tasarlamaktadır. 31 Ağustos 1913’te Garbi Trakya Türk Cumhuriyeti”nin süratle teşekkülü pek çok önemli sebeplerden Süleyman Askeri’yle Hafız Ali Galip’i yan yana getirmiş ve kısa sürede son derece samimi olmalarına vesile olmuştur. Bu samimiyet Süleyman Askeri’nin vefatına (Kuttul Ammara’da intiharına) kadar fasılasız devam etmiştir. Tamamen mevsuk ve mahfuz kaynaklardan Süleyman Askeri’yle Hafız Ali Galip’in diyalogu incelendiğinde; son derece müspet gelişmelere vesile oldukları gayet vazıh olarak ta görülmektedir. Garbi Trakya Cumhuriyetinin teşekkülünün akabinde Gümülcine’de “Balkanlı Müslüman Türkler I.Kongresi” yapılmıştır. Bu kongre vesilesiyle bilhassa ibtida Balkanlı “Evlad-ı Fatihan” arasında süratle “milli” ve “dini!” tesanütün oluşması arzu edilmiş ve semereside kısa sürede görülmüştür.

Hafız Ali Galip’e Kimler Muarız Oldu?

Hc. Hafız Ali Galip’e muayyen zamanlarda bazı unsurların müfterilik ve tezvirat yaptıkları esefle müşahede edilmiştir. Bu kişiler ki her biri bilinmekte olup; hayatları süresince her biri çevrelerinde “apolitik” ve analfabetik” hasletlerle malul oldukları açıkça gözlenmiştir. Bu müfteri muhbir ve müptezellerin tamamı sosyokültürel ve sosyopolitik “nosyon” ve “formasyon”dan da mahrum olduklarından daima “müstevli” yönetimlere “piyon”luk yapmışlardır. Yıllarca devam eden fasılasız yıkıcı-bozguncu kesif propagandalara rağmen; “Evlad-ı Fatihan” toplumunu iğfal ve ifsat etmeye muvaffak olamamışlardır ve her yıkıcı girişimleri hüsranla sonuçlanmıştır…Üstad Hafız Ali Galip, Bulgar yönetimleri tarafından olduğu kadar bilhassa Yunan yönetimlerince de sık sık gerekçesiz tutuklanmış, tehcir edilmiş ve çok yönlü psikolojik baskılara maruz kalmıştır.

Bütün bu insanlık ve vicdan dışı yapılan mezalimlere rağmen; fikri dinamizmi ve tefekkürü fasılasız çevresine her zaman aksiyon aksettirmiştir. Bu haslet ve özellikleri vefatına kadar fasılasız olarak devam etmiştir. Çünkü şahsında “milli misyon” yapıcı ve “siyasi misyon” daima aksiyon ifade etmiştir. Müstebit yönetim üstattaki bu “aksiyon özellikleri”ni pasifize etmek için bütün hukuk sistemlerini çiğnemiş ve insanlık dışı mezalim şekillerin fütursuzca uygulamıştır.

Bir toplumu daima zinde yapan “fikri aksiyon” özelliğidir. Bilhassa “Milli Misyon”dan mülhem bütün fikir hareketleri muzaffer geleceğin başlıca müjdecisidir. Bu fikri meziyet ve faktör özellikleri bilindiği takdirde; muhasım devletler de rejimler, yönetimler ve icraat sistemleri ne kadar değişirse değişsin bu unsurlar için hüsran mukadderdir. Bu unsurlar ne zaman ki, fanatik bir Türkofobi heyulasıyla azmışlarsa her birinin akıbeti feci felaketlerle sonuçlanmıştır.

Süleyman Askeri bey

Süleyman Askeri’nin Biyografisi ve Özellikleri

Vehbi Paşa’nın oğlu Süleyman Askeri, 1905 yılında, Harbiye’den Kurmay Yüzbaşı olarak mezun olmuş ve 1908 hareketinde yer almıştı.
Manastır’daki görevi sırasında faal bir subay olarak dikkati çekmiş ve Meşrutiyet sonrasında Kolağası olarak Bağdat Jandarma tensik ve ıslahına memur edilmişti, Binbaşı rütbesine yükselen ve Jandarma Mektebi öğretmenliği yapan (1913) Süleyman Askeri, bu görevden önce Trablusgarp’a giderek Bingazi’de çalışmıştı. Görevi Onuncu Kolordu Kurmaylığı idi. Makedonya çete takipleri sırasında Rumeli zabitanları arasında cesareti ve askeri bilgisi ile dikkati çekmiş, Şemsi Paşa hadisesi içinde yer almış ve lider vasfı ile ön plana çıkmıştı. Manastır’da Şemsi Paşa’nın katlinden sonra fedai Teğmen Atıf’ı kaçıran Süleyman Askeri ve arkadaşları olmuştu. Merkez Taburu Talim Muallimi sıfatını taşımış ve askerlik hayatının bu en hareketli devresini “İlan-ı Meşrutiyet” ile sessizliğe terk etmişti. Süleyman Askeri, Bağdat’a Nuri Bey giden kadar, ikinci palanda kalan bir subaydır.

Basra Valiliği ile Basra Fırkası Kumandanı Askeri, “Üç Paşalar Hadisesi”nde Enver ve Cemal Paşa tarafından yer almış, bu yüzden Talat Paşa ona daima temkinli davranmıştı. Harbi Umumi’de Teşkilat-ı Mahsusa’nın liderliğine gelmiş ve Enver Paşa’dan sonra ikinci adam olmuştu.

Süleyman Askeri’nin, Şuaybiye Muhaseresi’nin sonuçlarına bakılarak askeri bilgiden yoksun bir kumandan olarak nitelendirilmesi hem yanlış, hem de haksızlıktır. Birçok yazar onun çeteci kimliği üzerinde durarak, düzenli orduya komuta edebilmek tecrübesinden yoksun bulunduğunu ima ederler. Bu görüşlere bakılırsa Süleyman Askeri düzensiz ve topluma birliklerini yeterli derecede sevk ve idare edememiştir.

Ordusunun dörtte üçü askeri bilgiden yoksun aşiret mensubu olan on yedi bin Arap-Kürt mücahidinden oluşuyordu. Düzenli ordu mensubu asker sayısı ise, bini bile bulmuyordu. Bu şartlarda bir kumandan başka hiçbir şey yapamazdı. Üstelik karşısında düzenli bir ordu vardı. Savaştaki kaybımız üç bindi ama İngilizler de altmışı subay, bin kişi kaybetmişti. Osmanlı Ordusu, şartlarını oluşturduğu bir orduydu. Onun sorumsuz ve düzensiz aşiret mensupları ile savaşa girdiğini söylemek ve bu mücahitlere inandığını vurgulamak ve tüm bunları Süleyman Askeri’nin bizatihi kendi inisiyatifi ile yapıldığını söylemek doğru değildir.

Süleyman Askeri bu görünüş içindeki bir orduya komuta etmek zorunda kalmıştır ve başka seçeneği de yoktur. İntihar sebebi kişisel hatasından çok “askeri onur”undan kaynaklanmıştır. Genel sonucu, mağlubiyeti ve bu mağlubiyeti ihanetle getirenlerin “askeri onuru”nu da üstlenmiştir. Şuaybiye’de o kadar kurmandan varken hesabı Süleyman Askeri’ye çıkarmak dikkat çekicidir. Ali İhsan Paşa (Sabis) Irak harekatını incelerken Şuaybiye Muhaseresi’nin taktik ve stratejisini hatalı bulur. Ali İhsan Paşa’nın kendini haklı bulduğu, ama İsmet İnönü ile Mustafa Kemal’in hatalı bulduğu Milli Mücadele muhabereleri de vardır. Bu yüzden her muharebenin analizinin şartlara göre yapılması gerekecektir. Askeri’nin yerine komutanlığı alan Nureddin Paşa da Basra’yı geri alamamıştır.

Mustafa Kemal Gizli Servis’te

Teşkilatın organizasyonu altında, üyeleri arasında, bir süre görev alan önemli bir ad da Mustafa Kemal’dir. Teşkilat hakkında geniş bir araştırmayı bu konudaki en önemli kaynak olan Eşref Kuşçubaşı’nın anlatımları ve belge destekleriyle gerçekleştiren Phillip H.Stoddard, Teşkilat-ı Mahsusa adlı Princeton Üniversitesi’ne sunduğu doktora tezinde bu konuyu gündeme getirmektedir. Mustafa Kemal teşkilatın kadroları arasında sayılmaktadır. Eşref Sencer de kadroları arasında onun adını saymaktadır. Atatürk de Balkanlar’daki mücadeleler ve 31 Mart vakasının ardından, topraklarını savunma gereğini duyan pek çok gönüllü subay gibi (kaldı ki Teşkilat-ı Mahsusa’dan öte İttihat ve Terakki’nin içindedir, hatta bir ara bu teşkilatın kurucusu olduğu savı da yakın çevresince iddia edilmiştir) teşkilatın organizesi altına girmiştir.

Mustafa Kemal, Ekim 1905’te Şam’da gizli olarak Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurmuştur. Daha sonra bu küçük ve etkisiz cemiyetler birleşerek İttihat ve Terakki çatısında toplanmıştır. Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki’ye 29 Ekim 1907’de üye olmuştur. Bu Üyeliğin ardından İttihat ve Terakki kendisini 1908’de Avusturya-Macaristan hükümetinin Bosna Hersek sınırına yaptığı yığınak ile ilgili bilgi toplamak için gizlice ve askeri istihbarat amaçlı olarak kasım ayında Bosna’ya gönderilmiştir. Mustafa Kemal bu görevi yerine getirirken ilk kez çıktığı yurt dışı görevinde Taşlıca’da 35, Tugay Komutanı olan Binbaşı Fevzi Çakmak ( daha sonra Mareşal Fevzi Çakmak ) ile de tanışır ve ondan çok bilgi toplar. Dönüşte gayri resmi gizli raporu veren Mustafa Kemal’e göre yığınak, Sırplara karşı yapılmaktadır.
Daha sonra diğer gönüllü subaylarla birlikte Mustafa Kemal’de Trablusgarp cephesinde Teşkilat-ı Mahsusa ile hareket etmiştir. Mustafa Kemal’e Trablusgarp’a ilk gidiş görevini veren İttihat ve Terakki Cemiyeti’dir. Mustafa Kemal’in Bingazi’ye varış tarihi 1908’in Eylül sonudur. Trablusgarp’taki Fransız Konsolosu A.Alrick’in Dışişlerine gönderdiği raporda bakın neler yer alıyor;

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti bilhassa genç subaylarca ve keza Balkan jeopolitiğiyle jeoetniğini gayet iyi bilen başta Hafız Ali Galip ile Paşmaklı asıllı dersiam Hafız Salih Kayalı ve daha pek çok mümtaz zevat cumhuriyetin önemli mevkilerinde süratle sorumlu görevler alması “apolitik” vasıflı fanatik İttihat-Terakkici zevatı çok yönlü endişeye sevk etmiştir.

TÜRKİYE, İstanbul: Mustafa Kemal, Ekim 1905’te Şam’da gizli olarak Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurmuştur. Daha sonra bu küçük ve etkisiz cemiyetler birleşerek İttihat ve Terakki çatısında toplanmıştır. Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki’ye 29 Ekim 1907’de üye olmuştur. Bu Üyeliğin ardından İttihat ve Terakki kendisini 1908’de Avusturya-Macaristan hükümetinin Bosna Hersek sınırına yaptığı yığınak ile ilgili bilgi toplamak için gizlice ve askeri istihbarat amaçlı olarak kasım ayında Bosna’ya gönderilmiştir. Mustafa Kemal bu görevi yerine getirirken ilk kez çıktığı yurt dışı görevinde Taşlıca’da 35, Tugay Komutanı olan Binbaşı Fevzi Çakmak ( daha sonra Mareşal Fevzi Çakmak ) ile de tanışır ve ondan çok bilgi toplar. Dönüşte gayri resmi gizli raporu veren Mustafa Kemal’e göre yığınak, Sırplara karşı yapılmaktadır.

Daha sonra diğer gönüllü subaylarla birlikte Mustafa Kemal’de Trablusgarp cephesinde Teşkilat-ı Mahsusa ile hareket etmiştir. Mustafa Kemal’e Trablusgarp’a ilk gidiş görevini veren İttihat ve Terakki Cemiyeti’dir. Mustafa Kemal’in Bingazi’ye varış tarihi 1908’in Eylül sonudur. Trablusgarp’taki Fransız Konsolosu A.Alrick’in Dışişlerine gönderdiği raporda bakın neler yer alıyor:

‘’Muhtemelen Selanik, İttihat ve Terakki Komitesi üyesi olan bir Türk Subayı (Mustafa Kemali kastediyor ) birkaç günden beri bu civarda olup bitenler ve kişiler hakkında soruşturma yapmaktadır. Kendisinin daha şimdiden birçok yüksek memur ve eşrafı Anayasaya ve onun başlıca ilkelerini sadakat yemini yapmaya davet ettiği, hürriyet ilkesi konusunda dindaşlarının menfi davranışlarıyla ve ya hiç değilse tereddütleriyle karşılaştığı söylenmektedir.’’

Atatürk’ün bölgeye ikinci kez gidişi ise gönüllü olaraktır ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın saflarındadır. Yanında Teşkilat-ı Mahsusacı arkadaşı, yakın dostu Ömer Naci’de vardır. Ömer Naci daha sonra, Teşkilat-ı Mahsusa için Kerkük’te çalışmalar yaparken 28 Ağustos 1916’da Ölecektir. İttihat ve Terakkinin en güçlü hatiplerinden biri olarak tanınır. Atatürk 23 Kasım 1916’da bu arkadaşının ölümünden duyduğu üzüntüyü not defterine kaydedecektir. Enver Paşa gönüllü subaylardan oluşturduğu gruplarla Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı mücadele verecektir. Grup, Teşkilat-ı Mahsusa tarafından oluşturulmuştur. Mustafa Kemal’in yanında teşkilatın lider kadrosundan Eşref Sencer (Kuşçubaşı) tarafından şöyle dile getirilir.

‘’Osmanlı askerleri olarak hassasiyetimizi yenebileceğimiz bir düşmana rehin verircesine teslim etmenin ayıbını yaşayamazdık.’’

Atatürk ve Teşkilat-ı Mahsusa

Teşkilat-ı Mahsusa’nın askeri gücü dikkatten kaçırılmayarak İttihat ve Terakki’nin bir gücü olduğu reddedilemez. Mustafa Kemal, Teşkilat-ı Mahsusa’nın yapısı ve icraatlarına çeşitli vesilelerle temas etmiştir. 23 Kasım 1913 tarihinde defterine düştüğü ‘’Naci’nin ölümüne büyük Üzüntü’’ notu ile bu teessürünü ifade etmiştir. Naci dediği, Teşkilat-ı Mahsusa için Doğu İslam Ülkelerinde canını veren Ömer Naci Bey’dir.

Mustafa Kemal, Teşkilat-ı Mahsusa’yı şöyle tarif edecektir: ‘’Enver Paşa Teşkilat-ı Mahsusa adına bir örgüt kurmuştu. Bunun amacı Osmanlı ülkeleri dışında Makedonya’da, Mısır’da, Afrika’da, Acemistan’da, Türkmenistan’da özetle Osmanlı ulusal amaçlarının yapılabildiği her yerde, özel amaçlar güderek’’ Mustafa Kemal bu tarifinden sonra, Süleyman Askeri’nden şöyle söz edecektir.’’Bağdat’ta İngilizlerle çarpışmalarda yenildiği için üzülen, kendisini asan Süleyman Askeri Bey, bu konuda Enver Paşa’nın en ileri yardımcılarındandı’’ Burada dikkat çeken iki nokta var. Birincisi Mustafa Kemal’in Süleyman Askeri hakkında yanlış bilgilendirilmesidir. Süleyman Askeri kendisini asmamış vurmuştur. İkincisi ise temas ettiğimiz gibi, Askeri’nin Teşkilatı Mahsusa’da Enver Paşa’nın en ileri yardımcılarından biri olduğunun, Mustafa Kemal tarafından vurgulanmasıdır.

Batı Trakya Cumhuriyetinin İstiklal Marşı Nasıl Yazıldı?

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin teşekkülünün akabinde; Hafız Ali Galip Efendi yanında bulunmakta olan Gen. Kur. Bşk.ını Süleyman Askeri’ye hitaben;’’Muhterem kumandan, Milletimiz var olduğu sürece ve Cumhuriyetimiz de baki kaldıkça; sizler bu necip Milletin nezih kalbinde ve hafızalarda daima minnet ve şükranla anılacaksınız…Nihayet sizlerin azimli gayretleri ve elbette ki yüce ALLAH’IN lütfüyle devletimiz teşekkül etti. Milli bayrağımızda layık olduğu yerler de zirvelerde dalgalanmaktadır. Bütün bu pek hoş gelişmelere rağmen; milletimiz ciddi bir fikri boşluk içersinde olduklarını açık açık ifade etmektedirler. Sizlerden devletimizin bekası adına istirham ediyorum. Cumhuriyetimizin bütün özelliklerini ve elbette geleceğimizi ifade eden “milli marş”tan “devlet marşı”ndan yoksunuz. Lütfen himmet buyurunuz ve bu fikri boşluğu izale ediniz. “dindiğinde; “maruf bir şair liyakatini haiz olmadığım halde; arzunuz vechiyle yazmaya gayret edeceğim. Bu mevzuda müsterih olabilirsiniz! Kısa süre sonra; Süleyman Askeri yalnız Batı Trakya Türklerini değil; Balkanların gelindeki Türk toplumunu ciddi bir Rönesans götürebilecek fikir ve mesajları ifade eden gayet veciz özellikli “milli marş” yapılmıştır-yazılmıştır.

Ey Batı Trakyalı asil Türk çocuğu ne mutlu sana,
Sen hayat verdin kanınla milli kurtuluş savaşına.
Yüce kahramanlığın nakşedildi cihanın her yanına,
Selam duruyor milletler senin şu milli bayrağına.

Bastığın şu yerler senin şanlı şehitlerinle dolu.
Düşmanlar taciz edemez yüce kahramanların ruhunu.

Şanlı şehitlerin sarılmış kurtuluş bayrağına,
Bu ne ulvi şereftir gömülmek ecdad toprağına.
Yurtta hürriyetin, istiklalin rüzgarı esiyor,
Kahraman mücahitler şu pis esareti deviriyor.

Bu şanlı milli istiklal savaşından asla dönülmez!
Karşımıza çelik ordular da çıksa, bizi ürkütemez!

Biz, milli istiklal için Meriç`i, Karasu`yu aştık,
Bütün müstevlileri ezerek, yenerek hedefe ulaştık.
Balkanlarda şanlı bir cumhuriyet çığırını açtık,
İlk defa hürriyet meş`alesini biz yaktık.

Bu bayrak dalgalanacak, cumhuriyet yaşayacak!
Karşımızdaki düşmanlar bizden ürküp kaçacak!

Binlerce yıl hür yaşayan bir milletin torunlarıyız,
Şu steplerin kurdu, arslanı, göklerin kartalıyız.
Mücahitlerin hamlesi her zaman fırtınalar andırır,
Savaşta heybetimizin dehşetinden düşmanlar bayılır.

Batı Trakya Cumhuriyeti yaşayacak,yaşayacak!
Terakkimizin karşısında milletler şaşıracak!

Ey şirin Batı Trakya!… İşte nihayet esaretten kurtuldun,
Ey düşmanlar!… Sanmayın savaşlardan bu millet yorgun.
Cumhuriyetin yüce bayrağı her an bu yurtta dalgalanacak,
Su bütün Batı Trakyalılar kıyamete kadar hür yaşayacak!

Süleyman Askeri
P.Kurmay Bnb.
Batı Trakya Türk Cumhuriyeti
Genelkurmay Başkanı
Dedeağaç, 3 Eylül 1913

Batı Trakya Türklerinin Milli Bayrağının Özelliği

Tarihteki ilk Türk cumhuriyeti olan BATI TRAKYA TÜRK CUMHURIYETI Bayrağı ve Resmi Pulları

Batı Trakya Cumhuriyeti’nin bayrağındaki ay yıldız Türklüğü, yeşil İslamiyet’i, siyah çekilen eza ve cefayı, beyaz ise kurtuluşu ifade ediyordu. Teşkilatı Mahsusa’nın hangi görüşlerle kurulduğu sorusunun cevabı da Süleyman Askeri, Eşref Kuşçubaşı, Hacı Sami gibi önderlerin olduğu Batı Trakya’da böyle verilmişti.

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin bu özel bayrağı Osmanlı Devleti bayrağı ile bütün resmi dairelere çekilmişti. İdari ve adli makamlar, Balkanlar’daki gerillacı Fuat Balkan’nın ifadesi ile “fedakar” insanlar tayin edilmişti. Batı Trakya Hükümeti’nin kurulması ile noktalanan Balkan harekatı, Teşkilatı Mahsusa lider ve elemanları için bir “eylem pratiği” hususiyeti taşımıştı. Batı Trakya hareketinde Enver Bey ile Ortaköy görüşmesinden sonra katılanlara bakmakta yarar olacaktır. Süleyman Askeri Bey, Trabzon Redif Tümeni Kurmay Başkanı’dır ve Süleyman Zeynelabidin takma adıyla oradadır. Yüzbaşı İlyas, Üsteğmen Ömer Lütfi (Sumar), Yüzbaşı Cemil (Kışkılılı), Yüzbaşı Fahri, Yüzbaşı Kasım (Akalı), Manastırlı Halim (Irak cephesinde Şehit), İskeçeli Arif, Fuat Baklan, Beykozlu Reşat, Şehreminli Çerkez Sadık, Yüzbaşı Ekrem (Beşiktaşlı), Yüzbaşı İhsan (Bahriye eski vekili), Manastırlı Hüsrev Sami. Gizli teşkilatların önemli isimlerinden biri olarak ortaya çıkacak olan Hüsamettin Ertürk, harekete katılanlar arasında Çerkez Ethem’in ağabeyleri Tevfik ve Reşit Beylerin adını vermektedir.

    


Resmi Vesikalar

VES. NO.13

[Mühür]
LİVA-İ GÜMÜLCİNE
HÜKÜMET-İ
MUVAKKATE

GÜMÜLCİNE LİVASI  AHALİ-İ  MAZLÜMESİNE

Bulgarların Türklerimize karşı göstermekte oldukları şeniane mezalim dolayısıyla  sabırlarımız tükenerek bıçakta ve kucakta bulunan ma`sum halkı kurtarmak azmiyle Garbi Trakya`yı işgale mecbur kaldık. Fakat ahval`i hazıra-i siyasiyyemiz icabı hükümet-i Osmaniyye  bizim bu harekatımızı muvafık bulmıyarak bizi men`e kalkışdı. Naçar harekete geçtik ve gülmülcüne livası Türklerini tahsile geldik. Maalesef  bu kere de hükümetimizce avdetimiz kat`iyetle emr olunmaktadır. Başta Rus olmak üzere  bazı tarafdarı hükümetler bizim bu hareketimizi mütareke ahkamına uygun bulmamaktadırlar. Halbuki  burada bıcak altında can vermiş ve vermekte olan  Türklerimizin hayat ve ismetleri hiçbir tarafdan taht-ı emniyet ve kefalete bağlanmış değildir. Buna fikir yoran da bulunmamaktadır. Bu sebebden  ve bundan böyle biz  emirlerimizi vicdan ve ilhamlarımızı  akıl ve mantık ve besalet-i şahsiyyelerimizden almak ve ona göre harekete geçmek mecburiyetinden kalmış olduk.

İşte bu günden itibaren muvakkat olarak teşkil eylediğimiz hükümet-i muvakkatemizi  Garbi Trakya hükümet-i müstakillesi namına tahvil ile i`lânı istiklâl eylediğimizi bilcümle hükümetlere ve âlem-i insaniyyete i`lân eylemekle fahr-u şeref duyduğumuz i`lân olunur. Teşfik ulu Allahımızdandır.

[Mühür] (Garbi Trakya Teşkilatı Millia Kumandanlığı)

Garbi Trakya müstakil
Hükümeti milli kuvvetler ve umum
Çeteler kumandanı                         Umum müfettiş                     Harbiye reisi
EŞREF                                         HACI SAMİ                    SÜLEYMAN ASKERİ

VES. NO .14
GARBİ TRAKYA
UMUM MİLLİ
KUVVETLER
KUMANDANLIĞI
Aded   4

Fransızca Olarak Süleyman Askeri Bey
Tarafından  Kaleme Alınmıştır
Düvel-i  Muazzamaya  Tebliğ  Sureti

Asalet meab sefir cenabları

Bulgarların Türklere ve Müslüman kardeşlerimize yaptıkları mezalime gören ve feryad ve figanlarını işidenler bulunmadı, aldıran bile olmadı. Demet demet Müslümanlar doğranarak Koşukavak`ın Papaslı köyü deresinde hâlâ kokmakda ve taaffünden yanlarına varılamamakta olan sekiz yüzü mütecaviz boğazlanan bedbahtların kokusunu bile  alan olmadı. Can gitti,ırz gitti, mal ise hesabda değil. Üstelikte geri kalan ihtiyar ve kadınlarla çocukların süngüler altında sürülerek kiliselere toplatılarak Hıristiyan yapıldıklarından  da kimseler  güya haber alamadı. Şenâatin her türlüsüne âdeta göz yumuldu. “İki el bir baş içindir” dedik, naçar silâhımıza sarıldık. Garbi Trakya halkını bu mezalimden kurtarmak için onları  da silâhlandırdık. Allahımıza  dayanarak ve benliğimize güvenerek bu günden itibaren islâmı, hıristiyanı, Türkü, Bulgarı aynı hukuka malik olmak şartiyle Garbi Trakya hükümet-i müstakillesini i`lân eylemiş olduk. Muvaffakiyet Allahdan.

Mühür: Umum Trakya
Hükümeti  Milliye Riyaseti
1329
EŞREF


Teşkilatı Mahsusa Muharip Zinde Güç Özelliğindedir.

Trakya harekatında yer alan gönüllüler sıradan ve “toplama” birlikte değildi. Savaşmayı biliyorlardı ve inanıyorlardı. Akıncı müfrezelerinin yanında “çete” olarak adlandırılan gruplar aslında “vurucu tim” niteliklerine sahipti. Ortaköy üzerine gönderilen ve Batı Trakya’ya giren (15 Ağustos 1913) 116 kişilik kuvveti Eşref Bey idare ediyordu. Yanındaki 15 subay ve askerler seçkin savaşçılardı. Teşkilatı Mahsusa bir istihbarat örgütünün işlevlerinin geniş bir yelpazesini teşkil eder. Bu manada bir örgüt anlayış ve sistemine Osmanlı tarihinde daha önce pek rastlanmaz. Her şeyden önce kabul etmek lazımdır ki Teşkilatı Mahsusa Avrupa tarzında bir kuruluştur. Bazı yerli niteliklerine rağmen, Batılı tarzda kurulmuştur denilebilir. Alman gizli servisi ile irtibatı, ortaklaşa bazı faaliyetleri olmakla beraber Almanların teşkilatın kuruluşunda öncülük yaptıklarına dair elde şimdilik bir bilgi yoktur. Teşkilat tamamen Enver Paşa’nın Avrupa’da bulunduğu sırada kazandığı tecrübenin sonucudur diyebiliriz.

Teşkilatın ilk lideri Süleyman Askeri’nin güçlü bir subay kadrosu vardı.Beylerbeyli Hayrı (Piyade Yüzbaşı) Filibeli Halim Cahid, Yüzbaşı Lütfü, Şehreminli Sadık, Harputlu Avni (Süvari Yüzbaşı), Eğinli Hasan Rıza (Doktor),Nihat Sezai (Topçu Mirlivası), Küçük Arslan Bey (sıhhiye).Alay’ın Irak’a intikalinden önce Bağdat’a İstikam Yüzbaşısı Kasım, Jandarma Yüzbaşısı Nuri Bey gönderilmişti. Yusuf Setvan bir Alman denizaltısıyla Afganistan’a gönderilmiştir.

Teşkilatı Mahsusa’nın Hedef Seçtiği Bazı Devletler

Teşkilat bir takım gerçekçi ve belirli amaçlara sahipti. İç güvenliği sağlamak, devletin varlığı için hayati öneme sahip olduğu düşünülen Türklerin hakimiyetini korumak, Osmanlı sistemini hangi grupların ideolojilerin tehdit ettiğini ortaya çıkarmak için casusluk, düzenli ordu birliklerine yardımcı olmak ve icabında onların yerini almak için çete savaşları yapmak bunlar arasında idi. Aynı zamanda oldukça genel hedefleri de vardı. Osmanlı Devleti’nin daha fazla toprak kaybetmesini önlemek ve bulunduğu İtilaf Devletleri sömürgelerinde ayrılık tohumları ekmek gibi.

Teşkilat öncelikle Fas, Tunus, Cezayir, Trablusgarp, Bingazi, Afrika ortaları, Mısır, Habeşistan, Sudan, Zengibar, Somali, Malay Adaları, Açe Adaları, Belucistan, Afganistan, Rus ve Çin Türkistan’ı, Hive, Kuzey Kafkasya, Azerbaycan, Güney Kafkasya, Moğolistan, Kırım, Arnavutluk, Trakya ve Makedonya gibi bölgelerde yapacağı propaganda ve diğer faaliyetlerle İslam’ın parçalana, dağıtılan ruhunu yavaş yavaş canlandıracaktı. Diğer taraftan Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki siyasi ehemmiyetini arttırmak, Avrupalıların Birinci Dünya Harbi öncesi yaptıkları paylaşma palanlarını akamet uğratmak ve harp esnasındaki imhalarına engel olmak amacını taşıyorlardı. Diğer bir ifade ile teşkilatın birinci amacı ve görevi, Türkiye ve İslam alemindeki dağınıklığı gidererek İslami bir ruh etrafında birleşmek, ikinci hedefi ve görevi ise, batılı devletlere yönelik çalışmalarla Osmanlı Devleti’nin siyasi önemini anlatarak arttırmak, onların planlarını bozmak ve işgallerine mani olmaktı. Teşkilatın yukarıda çerçevesi çizilen amaçları kısaca Türkçülük ve İslamcılık olarak da ifade edilebilir.

Güya Hürriyetçi Trio İstibdattan bahsederken, Müstebitlikte Örnek Olmuşlardır. Bilindiği gibi; “ittihat –terakki”nin hürriyet havarilerinden olan maruf “trio”su imparatorluğun icra ve mutlak hakimiyet mercilerini ele geçirdikten kısa süre sonra; tarihin pek ender görgü şahidi olduğu mütegallibelilere şahit olmuştur. Yıllarca imparatorluğun dahilinde olduğu kadar haricinde de pek çok “illegal örgüt”ler kurduran ve kendilerini adeta “hürriyet havarileri” ilan eden unsurlar, bu “trio” kısa süre sonra; mütegallibeliğin zirvesine çıkmıştır. Konuşan ağızlar konuşmaz, gerçekleri gören gözler görmez ve yalnız gerçekleri işiten kulaklar işitmez olmuştur. Böylelikle imparatorluğun vatandaşları “asosyal” duruma getirilmiştir.

En az 5–6 yüzyıl savaşlardan uzak, husumetlerden habersiz ve gerçek huzurlu, neşe ve şevkle dopdolu bir hayat yaşayan imparatorluğun vatandaşları 5–6 yıl içersine bir cehennem hayatı yaşamaya mahkum edildiği gibi; imparatorluğun en münbit eyaletleri de elden ve hakimiyetten biri bir çıkmıştır. Darbeci ve ihtilalci illegal “İttihat –Terakkiciler imparatorluğun bütün eyaletlerinde ve en hücra yörelerinde dahi yıllarca yaptırdıkları ve yaptıkları propagandalar da devlet yönetimini ele geçirdiklerinde imparatorlukta fakir ve işsiz kişi kalmayacağı gibi; kişiler hür düşünceye ve hür fikirlere sahip olacaklarından tefekkür bakımından da İsviçre’yle Fransa’nın da elbette ki fevkinde “olacaklardır” gibi kesif propaganda yapmışlardır. Tarihi bir gerçeği ifade etmek gerekirse; 1908’den itibaren ve bilhassa 1911’den sonraki yıllarda İmparatorluğun şipşirin ve münbit eyaletleri elden çıkmaya başlamıştır. Bölge bölge yapılan savaşlar ise; zaferle değil de hüsranla ve gayet acı hezimetlerle neticelenmiştir. Çünkü iktidarda olanların ciddi bir genel siyasi ve genel bir kültür formasyonundan yoksun olmalarından imparatorluk parçalanmış ve yüz binlerce ve milyonlarca İmparatorluğun “asli unsurları” asirdide yurtlarından vatan cüda olmuşlardır.

Batı Trakya Cumhuriyeti Neden Lağvedildi?

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti bilhassa genç subaylarca ve keza Balkan jeopolitiğiyle jeoetniğini gayet iyi bilen başta Hafız Ali Galip ile Paşmaklı asıllı dersiam Hafız Salih Kayalı ve daha pek çok mümtaz zevat cumhuriyetin önemli mevkilerinde süratle sorumlu görevler alması “apolitik” vasıflı fanatik İttihat-Terakkici zevatı çok yönlü endişeye sevk etmiştir. Mezkur tarihte ise; Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos ise; ısrarlı girişimleri sonucu Batı Trakya Türk Cumhuriyetiyle “defakto” diplomatik münasebetler kurulmuş ve Cumhuriyet yetkililerine göndermiş olduğu müstacel bir telgraf mesajında “eğer cumhuriyetin siyasi hudutlarını Tuna boyuna kadar teşmil edeceklerse; 30 bin kadar Yunan zinde gücünü Batı Trakya Türk genelkurmayının emrine her an tevdi etmeye hazır” olduklarını ifade etmiştir. Bu gelişmelere paralel Bulgar Monarşi Devleti de Batı Trakya Türk Cumhuriyetinin meşruiyetini resmen tanımıştır. Böylelikle Batı Trakya Türk Cumhuriyeti Balkan jeopolitiğinin ve jeoetniğinin zeminine gayet muhkem bir şekilde temel atmıştır.

Eldeki mevsuk belgelere göre; Gen.Kur.Bşk.P.Kur.Bnb.Süleyman Askeri ile Hafız Ali Galip sık sık yaptıkları istişare toplantılarda yüzyıllardır Balkanlarda mukim olan evladı fatihan torunları istikbalden emin olmaları için, başta Bulgaristan’da dahil Makedonya, Epir Eyaleti, Arnavutluk, Kosova ve Bosna-Hersek eyaletinin iştirakleriyle “Balkan Federatif” yahut ta “Konfederatif” bir devlet sisteminin süratle uygulanmasının elzem olduğu fikri oluşmuştur. Bu “sosyopolitik” ve “sosyoetnik” sistemin münhasıran Balkanlara şamil olması kararı alınmışsa da; Batı Trakya Cumhuriyetinin teşekkülünden kısa süre sonra; gerekçesiz ve afaki faraziyelerle mülga hale gelmesinin akabinde I. Cihan harbinin çıkması Balkan Türkleri için adeta bir “katastrof” ve “kaos” özelliği ifade etmiştir..

Balkan ve Batı Trakya Türkleri tarihin herhangi bir yüzyılında kayıt etmediği sevinçle ve coşkuyla kurdukları “milli cumhuriyet”leri kısa bir zaman sonra; hem de herhangi mucip bir gerekçe olmadığı halde; mülga hale gelmesi yalnız Batı Trakya Türkleri değil; daha hala Balkan Türklerinin tamamı kadın-erkek, yaşlı-genç tedavisi imkansız bir ızdırap içerisinde kıvranmaktadır. Çünkü bu “milli cumhuriyet” düşmanlar tarafından değil de; aynı milletin ve aynı toplumun mensuplarınca mülga hale getirilmiş ve herhangi mucip bir gerekçe katiyen olmaksızın yıktırılması affı mümkün olmayan “ebedi mücrim”liktir ve suçtur. Bu ızdırabın şiirsel özelliğini merhum Osman Yüksel’in daha fazla Rumeli ve Balkanlılara ithaf etmiş “şiir”li mısralarla ifade etmeyi zaruri görmekteyim.

Bin yıl oldu toprağına basalı,
Hayli oldu kılıçları asalı,
Bülbüllerin onun için tasalı…
Sazlar kırık ayar tutmaz telleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?!..
Yol görünür, Sultan emir verirdi;
Dalga dalga orduların yürürdü!..
Hamlemizden dağlar taşlar erirdi”..
Andırırdık coşkun akan selleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?!
Ferman çıkar, dal kılıçlar takınır,
Gölgemizden bütün cihan sakınır!..
Meydanlarda rabbe dua okunur.
Dolu dizgin aştık nice çölleri,
Biz neyledik o koskoca elleri.
Batı Trakya Bizsizdir;
Yosun tutmuş camilerin ıssızdır,
Boynu bükük minareler öksüzdür.
Açmaz olmuş Gümülcine gülleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?!..
Rodopların ak başları yaslıdır,
Serdengeçti gönül artık usludur.
Rüzgarları bile matem seslidir”..
Zafer, zafer der eserdi yelleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?!..

Batı Trakyalı Mücahitleri Makro Planın Gerçek Hedefleri

Batı Trakya Cumhuriyetinin müessiz ve mücahitleri yalnız 16 vatansever subay ve 100 mücahitten müteşekkil olup; bu 116 mücahit Meriç ve Arda nehirleri vadilerinden itibaren Batı Trakya’nın geneliyle Rodop’un platonlarındaki Bulgar monarşist müstevli alay, tabur, tugay ve tümenleri 2 hafta gibi kısa bir sürede bazılarını kısmen ve bazılarını tamamen imha etmişlerdir.

Bu son derece her biri vatansever-hürriyetsever 116 dev idealistin 15 Ağustos’ta başlattığı “tenkil harekatı” 31 Ağustos’ta başkenti Gümülcine’de dünya kamuoyuna ilan edilen deklarasyonla tam bağımsız “Garbi Trakya Cumhuriyeti” nin resmin teşekkül etmiş olduğu ilan edilmiştir. Balkandaki bu ilk milli Türk Cumhuriyeti tamamen “hafi belge”lere göre; şu 3 zevattan oluşmakta idi. Prens Sabahaddin, Kur.P.Bnb.Süleyman Askeri ve Hafiz Ali Galip. Prens Sabahaddin’e göre; Garbi Trakya Türk Cumhuriyeti kısa sonra; Makedonya’nın geneliyle Bulgaristan, Tesalya, Epir –Yanya, Arnavutluk, Kosova ve Bosna-Hersek’le birleşerek süratle “Balkan Federatif Birliği” veyahut ta “:Balkan Konfederatif Birliği”ni oluşturmaktır.

Çünkü Prens Sabahaddin’in fikrine göre; Balkanlı “evlad-ı fatihan”ların etnik bekalarını meskun oldukları yörelerde kesin teminat altına alabilmek için, Balkan jeopolitiğinde bu tarz bir teşekkülün süratle kesinleştirmek zaruridir. Aksini düşünmek hamakattır. Kaldı ki 6–7 yüzyıl namütenahi bir ırk, din, dil ve milliyet-etnik unsur tefriki katiyetle yaşattığımız Balkanlı bütün unsurlar bu teşekkülü iştiyakla ve süratle benimseyerek ve açıkça desteklemelidir. Sarahatle şu gerçeği ifade edeyim ki, Balkanların sathında yaşamakta olan etnik topluluklar ne fanatik Panelenistleri, Panbugaristlerin ve Panalavistlerin hakimiyetine terk edilemez. Bu itibarla daha bugünden itibaren Balkanların genelindeki bütün Müslüman-Türkleri ve “evlad-ı fatihan”ları geleceği katiyetle çok yönlü teminat altına almak tarihi, mili ve vicdani vazifemizdir.

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ